Karşı Mahalleyi Tanımlamak: Zihinsel ve Sosyal Mesafeler
Karşı mahalle nedir? Çoğu zaman bu kavram, yaşam tarzı, ekonomik durum veya ideolojik kimlik açısından bize zıt olan toplulukları ifade eder. Mesela, metropolde bir apartman dairesinde yaşayan biri için karşı mahalle, küçük bir Anadolu kasabasındaki muhafazakâr bir aile olabilir. Bu durum tam tersine, köyünde geleneksel bir yaşam süren biri için karşı mahalle, büyük şehirde özgürce yaşayan bireyleri temsil eder.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: “Karşı mahalle” her zaman fiziksel bir uzaklığı temsil etmez. Zihinsel ve duygusal bir mesafeden bahsediyoruz. Bu mesafe, toplumsal önyargılar, medya manipülasyonu ve politik kutuplaşma tarafından inşa edilir.
Medya, Politika ve Karşı Mahalle Algısı
Medya ve politika, bireylerin dünyayı algılamasını şekillendiren en güçlü iki araçtır. Her iki kurum da toplumun “biz” ve “onlar” ayrımı üzerinden nasıl kutuplaştırılacağını iyi bilir. Özellikle medya, toplumsal algıyı inşa etmede hayati bir rol oynar; çünkü çoğu insan, karşı mahalleyi bizzat deneyimlemek yerine medya aracılığıyla tanır. Ancak bu tanışıklık, genellikle taraflı, eksik ya da çarpıtılmış bir bakışla gerçekleşir.
Medyanın Karşı Mahalleyi İnşa Etme Gücü
Medya, bir köprü kurmaktan çok, çoğu zaman duvarlar inşa eder. Haber dili, görseller, kullanılan metaforlar ve sunulan hikâyeler, karşı mahalleyi nasıl görmemiz gerektiğini bize dikte eder. Örneğin:
Televizyondaki haberlerde bir eylemci kitlesi gösterildiğinde, kameranın açısı, seçilen görüntüler veya seslendirme tonu, bu kitlenin “tehdit” mi yoksa “hak arayışı” mı olduğunu belirler.
Bir yaşam tarzı ele alınırken, bu hayatın “eksiklikleri” ya da “tehlikeleri” vurgulanabilir. Örneğin, kırsalda yaşayan bir topluluk basitlik ve yoksullukla eşleştirilirken, şehirde yaşayan bireyler “bencillik” ya da “değersizlik” gibi kavramlarla bağdaştırılabilir.
Medyanın karşı mahalleye dair kurduğu bu imgeler, toplumu daha fazla kutuplaştırır. Karşı mahallenin gerçekte ne olduğu değil, medyada nasıl sunulduğu belirleyici olur.
Sermaye ve Medyanın Yanlılığı
Türkiye gibi ülkelerde medya organlarının büyük çoğunluğu, belli bir ideolojiyi veya ekonomik çıkarı temsil eden sermaye gruplarına aittir. Bu da medyanın tarafsızlık iddiasını zayıflatır. Sermaye sahipleri, kendi politik ajandalarına uygun bir şekilde karşı mahalle algısını şekillendirir.
Muhafazakâr bir medya organı, seküler bir hayat tarzını “dejenere” olarak gösterebilir.
Seküler bir medya organı ise geleneksel yaşamı “geri kalmışlık” ya da “yobazlık” üzerinden ele alabilir.
Bu yanlılık, medya tüketicisinin karşı mahalleye yönelik önyargılarını güçlendirir. Farklı yaşam biçimlerini anlamaya değil, onları dışlamaya teşvik eder.
Politik Söylemler ve Medyanın İşbirliği
Medya ve politika, çoğu zaman birbirini destekleyen bir ilişki içindedir. Politikacılar, medyayı kullanarak toplumu kendi çıkarlarına uygun bir şekilde yönlendirebilir. Özellikle seçim dönemlerinde bu ilişki daha belirgin hale gelir:
Korku Politikası: Politikacılar, karşı mahalleyi bir tehdit olarak sunar. “Eğer onlar kazanırsa, sizin yaşam tarzınız tehlikeye girecek” gibi söylemler, seçmen kitlesini konsolide etmek için kullanılır.
Romantizasyon: Bazen de karşı mahalle, politik çıkarlar uğruna romantize edilir. Örneğin, Türkiye’de yaşayan kırsal bir topluluk, “bizim özümüz, kültürel mirasımız, öz Anadolu” olarak idealize edilirken, o topluluğun yaşadığı ekonomik ya da sosyal zorluklar görmezden gelinir.
Bu söylemler, toplumun farklı kesimleri arasındaki uçurumları derinleştirir. İnsanlar, karşı mahalleyle birebir temas kurmak yerine, politikacıların ve medyanın dikte ettiği imajlarla yetinir.
Medya Manipülasyonunun Toplumsal Sonuçları
Medyanın karşı mahalleyi temsil biçimi, bireylerin toplumsal ilişkilere bakışını da etkiler. Bu etkilerden bazıları şunlardır:
1. Kutuplaşma: Medyanın taraflı dili, toplumdaki kutuplaşmayı artırır. İnsanlar, karşı mahalleyi anlamaya çalışmak yerine, onu “bizden değil” diye damgalar.
2. Yabancılaşma: Georg Simmel’in yabancı kavramıyla ifade ettiği gibi, karşı mahalle, toplumun bir parçası gibi görünse de, asla tam olarak kabul edilmez. Bu da toplumsal birlikteliği zayıflatır.
3. Duyarsızlaşma: Sürekli olarak belli bir imajla karşılaşan bireyler, zamanla karşı mahalleye dair duyarlılığını kaybeder. Örneğin, haberlerde sürekli suçlu olarak gösterilen bir grup, toplumsal önyargıların hedefi haline gelir.
Medya Tüketiminde Eleştirel Olmak
Karşı mahalleyi anlamak için medyanın sunduğu hikâyelere eleştirel bir gözle yaklaşmak gerekir. Bu, yalnızca haberleri sorgulamak değil, aynı zamanda farklı kaynaklardan beslenmek ve karşı mahalleden bireylerin kendi hikâyelerini anlatmalarına fırsat tanımak anlamına gelir.
Farklı Medya Organlarını Takip Etmek: Tek bir medya kaynağına bağlı kalmak yerine, farklı perspektiflerden haberlere erişmek önemlidir.
Alternatif Medyayı Desteklemek: Bağımsız medya organları, sermaye güdümünden uzak olduğu için daha dengeli bir perspektif sunabilir.
Bireysel Hikâyelere Kulak Vermek: Karşı mahalleden insanların kendi seslerini duyurmasına olanak tanıyan platformları desteklemek, önyargıları kırmanın güçlü bir yoludur.
Medya, Algılar ve Empati
Medya ve politika, karşı mahalleye dair algılarımızı inşa etmede belirleyici araçlardır. Ancak bu araçların güdümünde bir algıyla yetinmek yerine, bireysel çabalarla gerçek hikâyelere ulaşmayı hedeflemek gerekir. Karşı mahalle, medya tarafından sunulan bir tehdit değil, toplumsal zenginliklerimizi keşfetmek için bir fırsat olmalıdır.
Medyanın duvarlarını aşmak, empatiyi mümkün kılar; empati ise toplumsal barışın temel taşıdır.
Kutuplaşmanın Politik Mimarisi: Ayrışmayı Derinleştiren Stratejiler
Toplumun “biz” ve “onlar” diye ayrılması, bir tesadüf değil, bilinçli bir politik mühendisliğin eseridir. Bu ayrışma, güç sahibi olanların, kendi iktidarlarını pekiştirmek için kullandığı en eski stratejilerden biridir. Politikacılar, toplumu bölerek her parçayı kendine sadık birer kaleye dönüştürür. Bu kalelerin surları, korku, öfke ve nefretle örülür; kapıları ise empatiye ve karşılıklı anlayışa kapatılır.
Korku: Kutuplaşmanın Temel Yakıtı
Korku, insan doğasının en güçlü duygularından biridir. Politikacılar, karşı mahalleyi bir tehdit olarak sunarak bu duyguyu manipüle eder. Söylenen açık ya da örtük mesaj aynıdır:
“Eğer onlar güç kazanırsa, senin yaşam tarzın yok olacak.”
“Senin inandığın değerler tehlikede.”
“Çocukların için endişelenmelisin; çünkü onların geleceği onların elinde güvende olmayacak.”
Bu söylemler, halkın rasyonel düşünme kapasitesini felç eder. İnsanlar, karşı mahallenin gerçekliğiyle yüzleşmek yerine, politikacıların çizdiği karanlık tabloya inanır. Bu korkunun etkisi, bireylerin kendi mahallelerine daha sıkı bağlanmasına, karşı mahalleye ise daha derin bir düşmanlık beslemesine yol açar.
“Biz” ve “Onlar”: Aidiyetin İdeolojik Kodları
Kutuplaşma stratejisinin en tehlikeli yanı, bireylerin kimliklerini bu ayrım üzerinden tanımlamaya başlamasıdır. Artık bir birey olarak kim olduğunuz, hangi mahallede durduğunuza bağlıdır.
“Biz”: Haklı, mağdur, ahlaklı, güçlü.
“Onlar”: Haksız, zalim, ahlaksız, tehditkâr.
Bu ayrışma, yalnızca ideolojik düzeyde kalmaz; insanların gündelik hayatlarına da sızar. Aynı parkta oturamaz, aynı sofrada yemek yiyemez hale geliriz. Çünkü karşı mahalle, artık bir grup insan değil, yaşam tarzımıza ve varoluşumuza karşı bir tehdit olarak kodlanmıştır.
Politikacılar İçin Kutuplaşmanın Avantajları
Kutuplaşma, politikacılar için oldukça verimli bir zemin sunar. Çünkü kutuplaşmış bir toplumda:
1. Sorgulama Azalır: İnsanlar, kendi mahallelerinin liderlerini eleştirmek yerine, karşı mahalleyi suçlamaya odaklanır.
2. Sadakat Artar: Kendi mahallesinin lideri ne yaparsa yapsın, o liderin arkasında durmak bir zorunluluk haline gelir. Çünkü karşı mahalleye karşı verilen “mücadele” her şeyden önemlidir.
3. İktidar Güçlenir: Kutuplaşma, toplumu birbirine düşürerek politikacıların hesap vermesini engeller. Halk, kendi aralarında kavga ederken, iktidar sahipleri bu kaostan beslenir.
Kutuplaşmanın Mağdurları: İnsanlar ve Gerçekler
Bu politik mimari, toplumun tüm katmanlarını yavaş yavaş çürütür. Önce insanlar, birbirine dokunma yetisini kaybeder. Göz göze gelmekten kaçınır, aynı sokakta yürümekten çekinir hale geliriz. “Karşı mahalle” dediğimiz insanlar artık birer komşu, akraba ya da meslektaş değil; birer öteki, hatta bir düşmandır.
Sonra gerçekler kaybolur. İnsanlar, karşı mahallenin sesine kulak vermek yerine, kendi mahallelerinin propagandasına teslim olur. Gerçeğin yerini, manipüle edilmiş algılar alır. Artık bir mesele tartışılabilir olmaktan çıkar; çünkü herkes sadece kendi haklılığına inanır.
Kutuplaşmanın Derin Yarası: Empatinin Ölümü
En büyük kayıp, empatinin ölmesidir. Karşı mahallede doğmuş bir çocuğun hayalleri, acıları ya da sevinçleri artık bizi ilgilendirmez. O çocuğun gözlerinde kendimizi göremeyiz; çünkü politik sınırlar, bizi insani bağlarımızdan koparmıştır.
Kutuplaşmanın mimarları olan politikacılar için bu empati kaybı, bir başarıdır. Ancak bu başarı, toplum için derin bir yara bırakır. Kutuplaşmış bir toplum, kendini yenileyemez, farklılıklarından güç devşiremez. Aksine, içine kapanır, parçalanır ve zayıflar.
Empatiyi Anlamak: Karşı Mahallenin İçine Bakmak
Empati, basitçe “başkasının yerine kendini koymak” değildir. Empati, başkasının hayatını onun gözünden görme çabasıdır. Bu çaba, toplumların birbirini anlaması ve önyargıları aşması için kritik bir role sahiptir.
Hannah Arendt ve “Kendi Adına Düşünmek”
Hannah Arendt, bireylerin yalnızca kendi düşünce sistemlerinin dışında düşünebildiklerinde özgürleşebileceğini söyler. Karşı mahalleyi anlamak, kendi mahallenizin duvarlarından çıkmayı, başkasının hikâyesini anlamaya açık olmayı gerektirir. Ancak bu, konfor alanından çıkmak demektir ve kolay değildir.
Sosyolojik Bir İhtiyaç: Zygmunt Bauman ve Akışkan Toplum
Zygmunt Bauman’ın akışkan modernite kavramı, modern toplumların sürekli bir değişim ve belirsizlik içinde olduğunu ifade eder. Bu belirsizlik, bireylerin farklı yaşam biçimlerine olan tahammülünü azaltabilir. Ancak Bauman’a göre, toplumsal barışın anahtarı, farklılıkları bir tehdit değil, bir zenginlik kaynağı olarak görmektir.
Toplumsal Kutular ve Bourdieu’nün Habitus’u
Pierre Bourdieu’nün habitus kavramı, bireylerin düşünce ve davranışlarının ait oldukları sınıf, kültür ve eğitim düzeyinden nasıl etkilendiğini açıklar. Habitus, bizi biz yapan alışkanlıklar ve değerler bütünüdür. Ancak bu sınırların farkında olmadan başka bir mahallenin gerçekliğini anlamaya çalışmak neredeyse imkânsızdır.
Bize öğretilen doğrular, karşı mahallede yanlış olabilir. Bizim için doğal olan bir davranış, başkası için garip ve kabul edilemez olabilir. Empati kurabilmek, bu alışkanlıkları sorgulamaktan geçer.
Karşı Mahalleyle Bağ Kurmanın Yolları
Karşı mahalleyi anlamak, kişisel bir dönüşüm sürecidir. İşte bu dönüşümü başlatmak için bazı öneriler:
Önyargıları Sorgulamak: Kendi mahallenizin anlatılarına eleştirel bir gözle bakın. Hangi önyargılarla büyüdüğünüzü fark edin.
Dinlemek: Karşı mahalleden insanları dinlemek, onların hikâyelerine kulak vermek, empati kurmanın en güçlü yoludur.
Ortak Projeler: Kültürel, sanatsal veya sosyal projeler, farklı mahalleler arasında köprüler kurmanın etkili yollarından biridir.
Medya Diyeti: Kendi mahallenizin medyasını sorgulayarak, farklı mahallelerin seslerine de kulak verin.
Empati, Toplumsal Dönüşümün Anahtarıdır
Türkiye gibi farklılıkların yoğun olduğu bir ülkede, empati ve karşı mahalleyi anlama çabası, yalnızca bireysel bir erdem değil, toplumsal bir zorunluluktur. Toplum, farklılıklarını kucakladığında güçlenir.
Karşı mahalle, bizim sınırlarımızı test eder. Empati ise bu sınırları aşmanın en güçlü aracıdır. Başkalarının hayatlarını anlamaya çalışmak, aslında kendimizi ve dünyayı yeniden keşfetmemizi sağlar. Unutmayalım ki, karşı mahalleye uzanan her adım, toplumsal barışa doğru atılmış bir adımdır.
Kutuplaşmayı Aşmak İçin Bir Çağrı
Bu politik mimarinin yıkılması için, bireyler olarak sorumluluk almalıyız. Sorgulamadan kabul ettiğimiz önyargılarımızı ve korkularımızı fark etmek, karşı mahalleye dair anlatılan hikâyelerin arkasındaki gerçekleri araştırmak zorundayız. Empati, ancak bu çabayla yeniden doğabilir.
Kutuplaşma, politikacıların elinde güçlü bir araç olabilir ama biz, bu aracı etkisiz hale getirebiliriz. İnsan olduğumuzu ve birbirimize bağlı olduğumuzu hatırlamak, toplumu yeniden inşa etmenin ilk adımıdır. Bu adımı atmaktan korkmayalım; çünkü karşı mahalle, bizim düşmanımız değil, belki de kaybettiğimiz bir parçamızdır.