YUNANİSTAN-TÜRKİYE GERİLİMİNE BAKIŞ: MİL’Lİ MESELE

Yazar: İbrahim ÖZBAŞI

Devlet kelimesi tanımı itibari ile içerisinde belli bir nüfusu olan, kendi bayrağı ve parası olan, kendine ait ve belli sınırlara sahip olan oluşuma verilen isimdir. Bu yazıda incelenecek olan konu ise sınırlarla ilgilidir. Sınır denince ekseriyetle kara sınırları ve dünya siyasi haritası akıllara gelmektedir. Fakat devletin kara sınırları olduğu gibi hava ve deniz sınırları da bulunmaktadır. Bu sınırlar bazen ülkeler arası gerginliklere sebep olabilmekte. Bu gerginliklerden biri de Yunanistan-Türkiye gerginliğidir. Bu mil’li mesele neymiş inceleyelim.

Ege Denizi ve Adalar

Boğazönü adalarından Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan adaları tartışmasız olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakılmıştır. Bu adalar haricindeki tüm Boğazönü adaları Yunanistan’a bırakılmıştır. 1923 Lozan ile bu paylaşım yapılmıştır. Saruhanlar ada grubunun tamamı ise Yunanistan’a verilmiştir. Bu ada grubunda Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya önemlidir. Zira bu adalarda Yunan askeri unsurları sınırlandırılmıştır antlaşma gereği. 12 adalar ise daha sonra Yunanistan’a geçmiştir.

12 Adalar

Bu adalar hakkındaki günlük ve temelsiz iddialar yerine 12 Adaların tarihine bakmakta fayda var. 1911’de Osmanlı, kendisine ait olan adaları koruyamayacağı gerekçesiyle İtalya’ya vermiştir. İkinci Dünya Savaşı esnasında da bu adalar İtalya kontrolünde kalmıştır. Savaş sonucu ağır bir yenilgi alan İtalya, Müttefik devletlerin kararıyla 12 Adaları Yunanistan’a devretmiştir. Bu esnada Türk makamları Meis, İstanköy, Sömbeki adalarının Türk kıyılarına çok yakın olması gerekçesiyle ve bunun bir güvenlik sorunu oluşturacağını bildirerek bu üç adanın Türkiye’ye bağlanmasını talep etmişti. 8 Temmuz 1946’da bu talebin İngiliz makamlarına ulaştığı ve İngiliz makamlarınca bunun çekince ile karşılandığı bildirilmişti. Zira böyle bir durumda SSCB, boğazlar konusunda revizyon talep edip kapanmış bir konuyu tekrar gündeme getirebilirdi. ABD’nin de telkini ile adaların tamamı 7 Mart 1947’de Yunanistan’a geçmişti; bu geçiş ABD ve diğer müttefik devletlerin imzasıyla 1947’de Paris Antlaşması ile olmuştu. Paris Antlaşması’nın 14. Maddesi Türkiye’nin güvenlik kaygılarına yöneliktir ve oldukça önemlidir. Antlaşma metninde yazan ifade direkt olarak şöyledir: “These islands shall be and shall remain demilitarised.” (Bu adalar askeri unsurlardan arındırılacak ve öyle kalacak.)  Özellikle Kıbrıs bunalımından sonra bu maddenin Yunanistan tarafından askıya alındığı görülecektir. 1974’ten sonra ise iyice yoğunlaşacak olan askeri yığınaklar günümüzde aleni olarak devam ettirilmekte. Durumun ciddiyetinin anlaşılması açısından Meis Adası’nı örnek gösterelim. Meis Adası T.C. ana karasına 2 KM uzaklıkta, Yunanistan ana karasına 600 KM uzaklıkta.

Casus Belli

Lozan’a göre 3 mil olan karasuları 1936’da Yunanistan, 1964’de Türkiye’nin kararıyla 6 mil’e çıkarılmıştır. Yunanistan-Türkiye ilişkilerinin de gerilmesiyle Yunanistan tarafı Kıbrıs konusundaki asabiyetini adalar konusunda da dayatmak istemiştir. Bunu ise 1982 BM 3. Deniz Hukuku konferansında alınan karara dayandırmaya çalışmıştır. Bu karara göre ülkeler deniz egemenlik alanlarını 12’mil’e kadar çıkarabilmektedir. Fakat Türkiye bu antlaşmaya taraf değildir.  Aynı deniz hukuku konferansında alınan bir diğer karara göre ise antlaşma olmadan belirlenecek deniz sınırlarında taraf devletler bir araya gelecek eşit uzaklık ve özel durumlar belirlenecektir. Yunanistan ise 12 mil konusundaki ısrarını devam ettirince 8 Haziran 1995 tarihinde TBMM’den oy birliği ile bir karar çıkmıştır. Kararın anlamı kabaca şu şekildedir: “Böyle bir karar (12 mil)’da ısrarcı olunursa ve karar alınırsa, hükümete askeri dahil olmak üzere tüm yetkiler verilmiştir.” Bu açıkça olmasa da bir ‘casus belli’ (savaş sebebi)’dir. Türkiye Cumhuriyeti neden bu kadar sert bir tepki vermekte diye merak edilecek olursa aşağıdaki haritalar bunu daha kolay açıklayacaktır.

Bu haritalarda görüldüğü üzere Türkiye gittikçe sahillerine hapsedilmiştir. Özellikle açık denizlerdeki azalmayla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin Yunan makamlarından onay almadan denize açılması mümkün olmayacaktı eğer 12 mil kabul edilmiş olsaydı. Bu konu henüz kabul edilmiş olmasa da Yunanistan her fırsatta bu konuyu tekrar gündeme getireceğini dile getirmektedir. Türk dışişlerinin açıklaması ise şu şekildedir: “Ege’de Türkiye ve Yunanistan’a ait kıta sahanlığının sınırları henüz belirlenmemiştir. Şu anda ne Türkiye ne de Yunanistan Ege’de 6 deniz mili mesafesindeki kara sularının ötesinde, sınırlandırılmış bir deniz yetki alanına sahip değildir. Tartışmanın esas konusu, Ege Denizi kıta sahanlığının Türkiye ve Yunanistan arasında, iki kıyı devletinin 6 deniz mili olan karasularının ötesindeki alanların da sınırlandırılmasıdır.”

FIR Sorunu

FIR’ın açılımı Flight Information Region’dur. FIR her ülkenin sahip olduğu hava sınırlarıdır. Uluslararası teamüllere göre bir devletin karasularıyla hava sahası (FIR) aynı millere sahip olmalıdır. Türkiye 6 mil olan karasularını FIR hattında da 6 mil olarak kabul etmektedir. Fakat Yunanistan 6 mil olan karasularını havada 10 mile çıkarmıştır. Bunu tek taraflı yaptığı için uluslararası bir geçerliliği bulunmamaktadır. Türk hava unsurlarıyla Yunan hava unsurları sürekli olarak karşı karşıya gelmekte. Türk ve Yunan FIR hatlarının arasında bir de uluslararası bir Ege hava sahası bulunmakta. Yunanistan tarafı bu uluslararası hava sahasını da kendinin kabul ettiği için Türk tarafının uluslararası hava sahasında yaptığı uçuşları birer sınır ihlaliymiş gibi göstermektedir. Türkiye tarafında da uluslararası kamuoyunda da bu iddianın bir karşılığı bulunmamaktadır.

Uzlaşma?

Silahların, bombaların elbette ki bir işi çözmekte büyük katkısı vardır olumlu veya olumsuz bir biçimde. Fakat silahtan askeri kuvvetlerden daha etkili olan bir yol daha vardır. O yolun adı ‘Diplomasi’dir. Türkiye Cumhuriyeti askeri güç bakımından Yunanistan ile kıyaslanamayacak kadar kuvvetlidir. Buna rağmen Yunanistan’ın iddialarını nasıl dayattığı dikkatimizi çekmelidir. Yunanistan bunu diplomasi ile yapmaktadır. Özellikle Türkiye’nin dış politikada kendini yalnızlaştırdığı bir dönemde Yunan makamları diplomatik açıdan atağa geçmiştir ve iddialarını uluslararası kamuoyuna dinletmiştir. Arkasına çeşitli ülkeleri de almıştır. Silahsız olması gereken adalarını silahlandırmıştır. Türkiye ise bu iddiaları çeşitli zamanlarda BM’ye götürmüş mektuplar yazmış ve durumu bildirmiştir. Askeri yönünü güçlendiren T.C. diplomasi adımlarına da hız vermiştir daha da vermelidir. Bu yazıda ele alınan konu hala muğlaklığını korumaktadır. Son söz olarak Yunanistan’ın savunma bahanesiyle adaları silahlandırdığı iddiasına cevap veren Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın sözüyle bitirmek istiyorum:

“Bu silahlanma normal savunma için çok fazla, Türkiye için çok az.”

Kaynakça

İlginizi çekebilecekler

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar