ALBRECHT DURER VE MANZARALI OTOPORTRE (1471-1528)

Yazar: Görkem Kılınç

Rönesans denilince aklımıza ilk önce İtalya’nın Roma, Floransa gibi masalsı şehirleri ve yine İtalya’nın Da Vinci, Michelangelo gibi süper ünlü sanatçıları gelse de bugün Alman-Kuzeyli Leonardo lakaplı bir polimat hakkında konuşacağız. Ki ben bu mahlas ile anılmasını tamamen yanlış bulmaktayım, Albrecht Dürer, tarihin gördüğü en önemli dahilerden birine benzetiliyor olsa da biri gibi olmayı çoktan aşmış bir sanatçı. Dürer’in hakkı Dürer’e!

Albrecht Dürer 27 Mayıs 1471 yılında Macaristan kökenli bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Nürnberg’de dünyaya geldi. Babası kuyumcu olan Dürer, okuma yazma öğrendikten sonra kuyumculuk zanaatı üzerine babası tarafından eğitilmeye başlandı. Bu süreçte Dürer küçük küçük gravürler ve resimler yapmaktaydı. İlk kez kendi otoportresini yaptığında henüz 13 yaşındaydı. Dürer, hayatı boyunca kendi portresini yalnızca 3 kez daha yapacaktı ve sonuncusunda ustalığının tüm asaletini taşıyacaktı.

Babası ve Dürer arasında hep özel bir bağ vardı. Bunu Dürer’in günlüklerinden ve mektuplarından birinci elden ve kolaylıkla anlayabiliyoruz. Oğlunun ressamlık kariyeri için yanıp tutuştuğunu gören babası sonunda 1484 yılında onu Michael Wolgemut’un atölyesine kaydettirdi. Ressamlık sanatının inceliklerini ustasından çok iyi şekilde öğrenen Dürer, çıraklık döneminin sonunda Nünberg’in zanaatkar ailelerinden birinin kızı olan Agnes Frey ile nişanlandı. Fakat nişandan hemen sonra farklı ustalarla tanışmak ve çalışmak için Dürer şehri terk etti. Kuzey Avrupa resminde çok önemli bir yere sahip olan Martin Schongauer’in atölyesinde çalışmak üzere yola çıktı fakat oraya varamadan ustanın vefat haberini aldı. Aynı yıl içerisinde gerisin geri Nünberg’e dönen sanatçı 1494 yılında Agnes ile evlendi. Agnes ve Dürer pek birbirine uygun bir çift değildi ayrıca şartları maddi açıdan fena olmasa da Dürer’in yolculukları Agnes’i de çok yıpratıyordu. Mesafe ilişkisini yürütmek Rönesans’ın dahisi için de zordu arkadaşlar, neyse.

1502 yılında Dürer çok sevdiği babasını kaybetti. Bu onun için gerçekten yıkıcı oldu ve kız kardeşiyle annesini yanına aldı. Sanatçının sık gezileri hala zorunlu bir uğraştı ve bu insanlarla ilgilenmek Agnes’e kalmıştı. Nedendir bilinmez Dürer ve Agnes’in hiç çocuğu olmadı bu yüzden de sanırım aile ortamının içinde olmak Dürer’in yokluğunda tek olmaktan daha iyi geldi Agnes’e. Agnes pek çok alanda Dürer’in eli koluydu, ona modellik yapıyor, onu destekliyor, ona motivasyon veriyor ve hatta resimlerinin alıcı bulması noktasında bile ona yardımcı oluyordu. Fakat Dürer’in günlüklerine baktığımızda Agnes için zaman zaman ‘huysuz’ tabirini kullandığını da görüyoruz, bu konuya ileride tekrar değineceğiz.

Dürer daha öncesinde Venedik’e bir seyahat gerçekleştirmişti ve İtalyan Rönesans’ının sanatçıya yaklaşımına hayran kalmıştı. Kendi ülkesinde hala bazı loncaların katı kurallarına tabi kılınan ressamlar adeta bir tür zanaatkarmış gibi karşılanıyordu. İtalya’da ise durum bütünüyle farklıydı, İncil’in ve Papa’nın izin verdiği ölçüde sanatçılar özgürdü ve kendi entelektüel-felsefi düşüncelerini eserlerine yansıtabiliyorlardı. Nürnberg’deki döneminde Dürer birkaç kez eserlerinin kendinden habersiz şekilde çoğaltılıp satıldığına tanık oldu ve artık doğduğu bu kentte daha fazla kalamayacağını fark eden ressam 1505 yılında şehri terk etti. İtalya’ya taşınan ressam orada matematikçi ve sanat kuramcısı Luca Pacoli’yle tanıştı ve onun Leonardo Da Vinci ile birlikte altın oran üzerine yazdığı kitabı ezberleyene dek okudu.

(Şövalye, Ölüm ve Şeytan, Gravür- Metropolitan Museum of Art Collection, New Yok, 1513)

Dürer iki yıl sonra Nürnberg’e tüm Avrupa’da ünü yayılmış bir sanatçı olarak döndü. Kendisi nihayet 1512 yılında I. Maximilian’ın himayesi altına girdi. 7 yıl onun himayesinde çalıştı ve imparator öldüğünde Dürer’in de sağlığı iyiye gitmiyordu, romatizması vardı, gözleri net göremiyordu artık… Yine de bunlar içindeki öğrenme ve üretme açlığını durdurmaya yetecek güçlükte problemler değildi, kendisi okumaya devam etti ve bu dönemde büyük bir şevkle Martin Luther’in yazılarını takip ediyordu. Dürer Alman reform hareketlerinin en büyük destekçilerindendi hatta günlüğüne yazdığına göre hayatta en çok istediği şeylerden biri Martin Luther’in portresini yapabilmekti. Ne yazık ki bu hiç gerçekleşmese de ona olan desteğini ve hayranlığını Martin’i Papa’nın gazabından korumak için harcayarak, hatta sonunda mezhebini değiştirerek gösterecekti.

Panel üzerine yağlıboya, Alte Pinakothek, Münih, 1500 (Son Otoportre)

Belirttiğimiz gibi Dürer kendini son nefesine kadar çeşitli alanlarda geliştirdi ve kendisi bilim ve sanatın birlikte kullanılmasını, bilimsiz sanat yapılamayacağını savundu. Hatta dönemindeki sanatçıların çok az geometri bilmesinden duyduğu rahatsızlığı her fırsatta dile getirmiş ve sonunda bu sanatçılar için Geometri ve Perspektif adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitap ayrıca Almanca basılmış ilk matematik kitabıdır. Sanatçının yazmış olduğu yüzlerce metin haricinde, Ölçek Üzerine Dört Kitap ve İnsan Vücudunun Oranları Üzerine Dört Kitap adında yazdığı kitaplar da sanatçının entelektüel kimliğinin içinde çok önemli yerdedir.

Almanların gelmiş geçmiş en büyük sanatçısı 1528 yılında hayatını kaybetti. Düşünmeyi ve çalışmayı da o zaman bıraktı. Ölümü eşi Agnes için çok zor olmuştu şüphesiz. Fakat ressamın çocukluk arkadaşı Pirckheimer’ın günlüğüne göz attığımızda Dürer’in bu zamansız ölümünden Agnes’i sorumlu tuttuğunu görüyoruz aslında. Metnin başında bahsettiğimiz ‘huysuz’lukla ilgili Pirckheimer Agnes’in sürekli olarak şikayet ettiğini, hiç durmadan konuştuğunu ve sanatçıyı çok yorduğunu yazıyor. Ayrıca Dürer de pek çok mektubunda Pirckheimer’a eşinden yana dert yanıyordu. Buradan sonrası tarihin olgusallığından çıkacağı için bu kriminal araştırmayı burada bırakmayı tercih ediyorum.

Manzaralı Otoportre

Doğası gereği otoportre resmi, sanatçıyı çalışmaları yoluyla tanımlar: Sanat eseri hem üretilen imaj hem de imajın elde edilen anlamı tarafından gerçekleştirilen bir kendilik betimidir; eser sanatçının ne yapabildiği ve neye benzediğinin gösteren bir iki yönlülük içindedir. Kendisi zanaatkar bir babanın evladı olsa bile, statüsünün değişen hali içerisinde burada kendisini bir ‘Rönesans asilzadesi’ olarak gösterir. Dürer o dönemde direkt olarak Tanrı’dan ilham alan bir sanatçı olarak görülüyordu. Bu otoportre onun nasıl görünmek istediğinin yani bu yaygın kabulün somut bir örneğidir.

1498, panel üzerine yağlıboya, Museo del prado, Madrid

Dürer’in gencecik yüzündeki kendinden emin ve yüksekten bakışı rahatlıkla hissedebiliyoruz. Aristokrat bir asilzade genç havası yüzüne bütünüyle yerleşmiş, bakışları Rönesans asilzadeliğinin gerçek bir parıldaması gibi. Fakat sanatçının ellerine baktığımızda bir tedirginlik halini seziyoruz, sanatçı her ne kadar olduğu halin farkındaysa da geldiği konumun yüksekliği onu korkutuyor belki, belki de içine doğduğu statünün bu olmadığı gerçeği, daha 26 yaşındaki bu ressamı içinde bulunduğu asilzade sınıfına ait olmadığını düşündürüyor, onu tedirgin ve güvensiz hissteriyordu. Kim bilir… Dürer’in arkasındaki manzara ise Venedik’e ait.

Günde 3 litre su ve sanat damarlarınızdaki yaşamı tazeler dostlarım, sanatla kalmanız dileğiyle şimdilik hoşça kalın…

KAYNAKÇA

İlginizi çekebilecekler

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar