Karşı-Devrimin Uzun Yürüyüşü: Troçki ve Gramsci’yle Cumhuriyet Tarihine Bakmak

Yazar: Fatih ÖZAY

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yeni rejim, yalnızca bir yönetim biçimini değil, topyekûn bir zihniyet devrimini hedefledi: egemenliğin kaynağını hanedandan yurttaşa çeviren siyasal devrim; laikliği, hukuk birliğini ve eğitim seferberliğini taşıyan kurumsal devrim; kadınların yurttaşlık statüsünü güçlendiren toplumsal devrim. Fakat her devrim, kendi gölgesini de yaratır. Bu gölge, kimi zaman isyan, kimi zaman pasif direniş, kimi zaman da kitlelerin kültürel dokusunda sabırla örülen karşı-hegemonya biçiminde karşımıza çıkar. Lev Troçki’nin faşizmi “modernliğin bağrından çıkan karşı-devrim” olarak tanımlayan çözümlemesi ile Antonio Gramsci’nin “hegemonya, rıza ve pasif devrim” kavramları, Cumhuriyet’in başından bugüne uzanan bu karşı-devrimci hatları okumak için iki güçlü mercek sunar (1)(4).

Troçki’nin vurgusu çıplaktır: sermaye ve iktidar blokunun kriz anlarında devreye soktuğu, kitleleri mobilize ederek işçi sınıfının örgütlülüğünü parçalayan bir karşı-devrim makinesi… Bu makine sadece zorla değil, modern örgütlenme teknikleriyle çalışır; sendikaları ezer, bağımsız basını susturur, üniversiteyi ve yargıyı hizaya getirir (2)(3). Gramsci ise aynı manzaraya içeriden, gündelik hayatın damarlarından bakar: devletin zoru tek başına yetmez; aile, okul, ibadethane, medya ve sivil toplum aracılığıyla rıza üretilir. Egemen sınıf, “pasif devrim” yoluyla radikal dönüşüm arzularını soğurur, onları kendi iktidar mimarisine eklemler (5). Türkiye’nin yüzyıllık serencamı, bu iki hattın iç içe geçtiği uzun bir mücadele coğrafyasıdır.

1920’ler: Laikleşmenin Şoku, Karşı-İnkılabın İlk Düğümleri

Hilafetin kaldırılması, Tevhid-i Tedrisat ile eğitimin birleştirilmesi, Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nin lağvedilmesi ve hukuk birliğine geçiş, din-devlet ilişkisini kökten dönüştürdü. Yeni rejimin modernleşme hamleleri, yalnızca eski düzenin seçkinlerini değil, kırsalın dini-cemaat ağlarını da yerinden etti. 1925’teki Şeyh Sait İsyanı, bu sarsıntının en erken ve en güçlü karşılığıydı: dinsel söylem, aşiret ve bölgesel dinamiklerle birleşerek yeni Cumhuriyet’in merkezileştirici hamlesine karşı bir başkaldırıya dönüştü (8)(9). Troçki’nin söz ettiği “kitlelerin modern araçlarla seferber edilmesi” burada da görünür: telgraf, söylenti ağları, vaaz ve cemaat hatları, modern siyasal mobilizasyonun yerli formlarıydı (2).

Aynı dönemin Menemen hadisesi, Cumhuriyet’in simgesel anlatısında özel bir yer tutar. Laik düzenin genç mülki ve askerî kadroları ile tarikat-cemaat ağları arasındaki yarığın, şehir ölçeğinde nasıl şiddete tercüme olabileceğini gösterdi. Gramsci’nin hegemonya kavramıyla konuşursak, devletin “zor”u devreye girerken “rıza” cephesinde henüz kök salmamış laik-kamusal kültür, cemaat imanının günlük hayattaki nüfuzu karşısında kırılgandı (4)(5). Takrir-i Sükûn rejimi, mahkemeler ve idari tedbirlerle zoru tesis etti; ancak Gramsci’nin uyardığı gibi, zoru rızaya tahvil edecek kültürel dolayımlar olmadan hegemonya kalıcılaşmıyordu.

Hamza Rüstem Stüdyosu’nda çekilmiş, kuşaklar arası bir aile portresi, 1920’ler. (ottomanhistorypodcast.com)

1930’lar: Kurumsal Derinleşme, Toplumsal Sızmalar

Dil ve Tarih-Coğrafya enstitülerinden Halkevleri’ne uzanan kültür politikaları, Cumhuriyet’in rıza ayağını güçlendirmeyi hedefledi. Fakat Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimi ve sonrasındaki muhafazakâr reaksiyon, toplumsal dokuda modernleşmeye karşı “sessiz” rezervi görünür kıldı (8). Troçki’nin modern karşı-devrim tezi, yalnızca silahlı kalkışmaları değil, piyasanın ve küçük mülk sahibinin gündelik kaygılarını da içerir: fiyatlar, vergi, mülkiyet ve cinsiyet rejimindeki dönüşüm; hepsi karşı-devrimin ideolojik yakıtı olabilir (1). Gramsci açısından ise Halkevleri gibi kurumlar, “sivil toplumda mevzilenme” çabasıydı; fakat tarikat ve cemaatlerin gündelik dayanışma ağları, yerel meşruiyet ve duygudaşlık kanallarında daha köklüydü (4)(5).

Tunceli Olayları (1937-38), merkezileşmenin zor aygıtıyla kurulduğu dramatik bir eşiği temsil eder. Devlet-toplum ilişkisinin güvenlik eksenine sıkıştığı bu dosya, Cumhuriyet’in kuruluş çağındaki “rıza üretimi” kapasitesinin sınırlarını da açığa çıkardı. Gramsci’nin “manevra savaşı” ile “mevzi savaşı” ayrımı hatırlandığında, Cumhuriyet’in zaman zaman manevraya (hızlı, merkezi müdahale) fazla yaslanıp mevzi inşasını (uzun erimli kültürel-sosyal hegemonya) ihmal ettiği görülür (4).

1950’ler: Sandıkta Rıza, Kültürde Restorasyon

Demokrat Parti’nin iktidarı, hem ekonomik serbestleşme hem de dinî semboller alanında bir gevşemeyi beraberinde getirdi. Ezanın Arapça okunmasına dönüş ve dinî derneklerin görünürlüğünün artması, Cumhuriyet laikliğinin kamusal ritüellerle kurduğu yeni dilin sorgulanmasına işaret ediyordu (8)(9). Gramsci’nin gözünden bu, “sivil toplumda karşı-hegemonik mevzilenme”nin seçim mekanizmasıyla tahkim edilmesiydi: cami, vaaz, yerel ağlar ve yeni basın dili, kültürel rızayı muhafazakâr eksende yeniden ördü (4)(5).

(aa.com.tr)

Troçki’nin modern karşı-devrim fikri, 1950’lerin Türkiye’sinde “eskiyle yeni”nin basit bir çatışması olarak değil, modern iletişim ve örgütlenme araçlarının muhafazakâr bir proje için kullanılmasında karşılık bulur. Radyo, parti teşkilatı, yerel notabiller ve piyasa güçleri, kitleleri mobilize eden modern aparatlara dönüşürken; işçi sınıfının yeni filizlenen örgütlülüğü bastırıldı ya da sınırlandı (2).

1960’lar-1970’ler: Sokağın Çatlağı, Milliyetçi-Tarikat Sentezi

Sanayileşme ve kentleşmenin ivmelendiği 1960’lar, sendikalaşma ve solun yükselişiyle birlikte “karşı-devrimci şiddet”in de taşkın bir biçimde sahneye çıkmasına tanıklık etti. 1969 Kanlı Pazar ve 1970’ler boyunca ülkücü milis şiddeti, devlet içi odakların zımnî desteğiyle solun toplumsal etkisine karşı bir “sokak aygıtı” olarak çalıştı (12)(8). Troçki’nin tarif ettiği paramiliter seferberlik, küçük burjuvazinin endişeleri ve milliyetçi-dinsel söylemle harmanlanarak kitleselleşti; amaç işçi hareketini atomize etmek, üniversiteyi ve basını hizaya sokmaktı (2)(3).

Gramsci açısından aynı dönem, “organik aydınlar”ın sahneye çıkışıydı: vaizler, dernek önderleri, ülkücü kadrolar ve tarikat şeyhleri, yalnızca siyasal değil kültürel bir dil kurdular. Gazete köşeleri, kitapçıklar, dernek toplantıları ve cami vaazları, hegemonik rızanın inşa tezgâhlarıydı. Devletin zoru ile sivil toplumun rıza üretimi, sağ-muhafazakâr blokta birbirini tamamladı (4)(12).

12 Eylül 1980: Modern Karşı-Devrimin Kırbacı

Askerî darbe, Troçki’nin “kriz anında burjuvazinin yardımına koşan karşı-devrimci aygıt” tanımını eksiksiz sergiledi. Sendikaların dağıtılması, grevlerin yasaklanması, solun siyasal ve kültürel etkisinin kırılması, Türkiye’nin neoliberal dönüşüme engelsiz eklemlenmesi için zemin hazırladı (8). Proletaryanın örgütlü gücü parçalandı; toplum korku ve yalnızlaşma ile atomize edildi (3).

Fotoğraf: Tarihsel Adalet için Bellek Müzesi / Coşkun Aral arşivi (bianet.org)

Gramsci’nin terminolojisiyle 12 Eylül, yalnızca “manevra” değil, onu izleyen uzun bir “mevzi savaşı”ydı: ders kitaplarından televizyon programlarına, din derslerinin zorunluluğundan tarikat ağlarının görünürleşmesine kadar kültürel aygıtlar yeniden dizildi. Rıza, milli-mukaddesatçı bir dil ile öğretildi; zora rıza eklendi (4)(5).

1990’lar: Cemaatleşmenin Damarları, Devletin Gölgesi

Soğuk Savaş sonrasında cemaat ve tarikatlar, dershaneler, yurtlar, yayıncılık ve yardım ağlarıyla toplumsal dokuda derin damarlar açtılar. Bu, Gramsci’nin “sivil toplumun uzun yürüyüşü” olarak betimleyebileceği türden bir mevzilenmeydi: aile, okul ve ibadethane üçgeninde gündelik hayatı kuşatan bir rıza mimarisi oluştu (7). Aynı hat, Kürt meselesinde güvenlikçi yaklaşım ve faili meçhullerle birleştiğinde, devletin zoru gündeliğin gölgesine sindi (8)(9).

Troçki’ye dönersek, bu yıllar aynı zamanda piyasanın ve finansallaşmanın derinleştiği, emeğin güvencesizleştiği bir eşikti. Karşı-devrim, salt ideoloji değil, sınıfsal bir yeniden tertiplenmeydi: özelleştirmeler, kıdemin aşınması, taşeronlaşma ve sendikal çözülme, 12 Eylül’ün açtığı patikada kalıcılaştı (2)(8).

2000’ler ve Sonrası: AKP Hegemonyası, Rıza ile Zorun Bileşkesi

2002’den itibaren AKP, AB söylemini, büyüme dönemlerinin refah kırıntılarını ve muhafazakâr kültürel kodları harmanlayarak güçlü bir hegemonya inşa etti. Gramsci’nin “pasif devrim” kavramı burada berraklaşır: alt sınıfların adalet ve temsil talebi, sosyal yardım ağları, Diyanet’in genişleyen rolü ve tarikat-vakıf ekosistemiyle soğuruldu; talepler sistemin devamına eklemlendi (4)(5)(7). Televizyon dizileri, eğitim müfredatı, medya tekelleşmesi ve yerel ağlar, rızanın sürekli yeniden üretildiği tezgâhlardı.

Troçki’nin karşı-devrimci aparatları aynı zamanda sertleşti: bağımsız basının tasfiyesi, sendikal alanın daraltılması, yargının siyasallaşması ve polis-miting rejimi, Gezi’den Saraçhane’ye uzanan itirazların bastırılmasında belirleyici oldu (3)(6). 2016’daki darbe girişimi sonrası kurulan OHAL mimarisi, zoru kalıcılaştırdı; cemaatlerle gerilim, tarikat-vakıf ekosisteminin bütünsel etkisini zayıflatmak yerine, farklı kanallar üzerinden yeniden dağıttı (7)(8).

Saraçhane Eylemleri, İstanbul, Mart 2025

2020’ler: Krizin Hegemonyası, Hegemonyanın Krizi

Derinleşen enflasyon ve işsizlik, emek gelirlerinin erimesi ve gençlerin gelecek kaygısı, iktidarın hem Troçkist anlamda “zor aygıtlarına” hem de Gramsciyen anlamda “rıza üretimine” daha fazla başvurmasını beraberinde getirdi. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gibi adımlar, patriyarkal rızanın kurumsal dayanaklarını tahkim ederken; yasaklar, gözaltılar ve sosyal medya denetimi, itirazın gündelikliğiyle mücadele etti (6)(12). Ülkücü hareket ve muhafazakâr dernek-vakıf ağları, sokak dilini ve gençlik üzerindeki kültürel etkisini kesif biçimde artırdı: cami hutbesi, dernek bursu, yurt koridoru ve dizi senaryosu, aynı hegemonik cümlenin farklı ögeleri haline geldi (7)(12).

Gramsci’nin “kriz, eski ölürken yeninin doğamadığı dönemdir” sözü, bugünün Türkiye’sinde neredeyse dokunulabilir bir gerçeklik kazanıyor (4). Eski hegemonya çözülürken, yeni olanın kurumsal ve kültürel altyapısı —sendikal yeniden örgütlenme, özgür basın, üniversite özerkliği, toplumsal cinsiyet eşitliği— baskılanıyor. Troçki’nin uyardığı gibi, kriz anında karşı-devrim en yaratıcı, en modern biçimlerine bürünüyor; paramiliter estetikten dijital gözetim rejimine, medya disiplininden yargı mimarisine uzanan bir teknolojik-kurumsal bileşke halinde çalışıyor (1)(3).

Sonuç: İki Mercek, Tek Manzara

Yüzyıllık Cumhuriyet hikâyesi, devrimin ve karşı-devrimin at başı gittiği bir mücadele alanıdır. Troçki’nin “modern karşı-devrim”i, 1925’ten 12 Eylül’e, 1990’lardan bugüne uzanan çizgide, kitleleri mobilize eden zor aygıtları ve emeğin örgütlülüğünü dağıtan sınıfsal mühendislik olarak görünür oldu (2)(8). Gramsci’nin “hegemonya ve pasif devrim”i, aile-okul-ibadethane üçgeninde, medya ve müfredat üzerinden rızanın nasıl üretildiğini; tarikat-cemaat ağlarının bu ekolojideki rolünü ve sandığın kültürel meşruiyetle nasıl örüldüğünü gösterdi (4)(5)(7).

Atatürk devrimlerine yönelen karşı-devrimci hamleler, ne yalnızca “eskicilerin direnci”ydi ne de düz bir “gelenek-modernlik” çatışması. Onlar, modern araçlarla, modern kitle teknikleriyle, modern kültürel kodlarla kurulan uzun soluklu bir karşı-inkılap zinciriydi. Bu zinciri kırmanın yolu da yine iki hattı birleştirir: Troçki’nin işaret ettiği örgütlü emek ve toplumsal dayanışma olmadan zoru durdurmak; Gramsci’nin öğrettiği kültürel-ahlaki reform olmadan rızayı özgürleştirmek mümkün değildir (3)(4).

Kaynakça

  1. Trotsky, L. (1932). What Next? Vital Questions for the German Proletariat.
  2. Trotsky, L. (1932). The Struggle Against Fascism in Germany. Pathfinder Press.
  3. Trotsky, L. (1938). Faşizme Karşı Mücadele. (Türkçe çevirilerinden alıntılar).
  4. Gramsci, A. (1971). Selections from the Prison Notebooks / Prison Notebooks.
  5. Gramsci, A. (1929–1935). “Passive Revolution”, “Hegemony”, “War of Position/Manoeuvre” kavramlarına ilişkin defter notları.
  6. Boratav, K. (2012). Türkiye İktisat Tarihi 1908–2009. İmge.
  7. Yavuz, H. (2003). Islamic Political Identity in Turkey. Oxford University Press.
  8. Zürcher, E. J. (2017). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi.
  9. Ahmad, F. (1993). The Making of Modern Turkey. Routledge.
  10. Tunçay, M. (1981). Türkiye’de Sol Akımlar (1908–1925).
  11. Mardin, Ş. (1973/2007). Merkez-Çevre yaklaşımı üzerine makaleler.
  12. Bora, T. (2017). Cereyanlar: Türkiye’de Siyasî İdeolojiler.
  13. chatgpt.com

Not: Yazı boyunca Troçki ve Gramsci’ye ait kavramsal ve lafzi atıflar, parantez içi numaralarla gösterilmiştir; tarihsel arka plan ve olay anlatımında temel başvuru eserleri olarak (6)(8)(9)(10)(11)(12) kullanılmıştır.

İlginizi çekebilecekler

Bir yorum bırak

* Bu formu kullaranak, internet sitemize sağlamış olduğunuz datanın (örn. mail adresi) tarafımızca saklanmasını kabul etmiş oluyorsunuz.

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar