Cas Mudde’ye göre popülizm, toplumu temel olarak homojen ve birbirine düşman iki gruba ayrılmış olarak gören bir ideolojidir. Popülizme göre toplumda bir yanda pirüpak insanlar diğer yanda ise yozlaşmış elitler vardır ve popülistler, siyasetin toplumun genel iradesini yansıtmasını isterler. Bu bağlamda popülizm ahlakçı ve tekçi bir anlayış üzerine kurulmuştur çünkü toplum aynı çıkarlara, aynı hedeflere ve aynı tutumlara sahip kişilerden oluşan bir bütün olarak görülür. Elitler de kendi içinde bir bütündür çünkü farklı siyasal partilerden olsalar da hepsi aynıdır. Popülizmin en kritik noktası, yozlaşmış elitler ile pirüpak halk arasındaki farkın herhangi bir sınıfla, kimin iktidarda olduğuyla veya ne kadar para kazandıklarıyla ilgili değil yalnızca ahlakla ilgili olmasıdır. Buna bağlı olarak popülizm ifade edilmesi zor bir kavramdır. Popülizm sadece siyasetin halk ve elitler arasında nasıl bir ilişki kurduğundan bahseder, yapısal sorunların çözümü noktasında somut bir politika geliştirmez. Tüm dünyada popülaritesini arttıran ve siyaset bilimi literatüründe farklı dinamiklerle açıklanıp tartışılan popülizm karizmatik liderliğin ortaya çıktığı ülkelerde etkili bir şekilde görülmektedir. Donald Trump, Victor Orban, Marine Le Pen, Giorgia Meloni ve Geert Wilders gibi çok güncel isimlerin yanı sıra tarihsel süreç içinde Juan Peron, Alberto Fujimori, Andreas Papandreou ve Hugo Chávez gibi önemli figürler popülist liderler olarak tanımlanmaktadır. Peki popülizm nasıl bir ideolojidir? Onu klasik ideolojilerden ayıran temel faktörler nelerdir? Popülist-karizmatik liderlerin özellikleri hangi dinamiklerle ifade edilebilir? Gelin bu sorulara teorik açılardan cevaplar arayalım.
POPÜLİZM NEDİR?
Popülizm, zihinden ziyade duygulara hitap eden ince bir ideolojidir, bu nedenle inanç ve itaat kavramları popülizmde çok önemlidir çünkü popülistler, Max Weber’in ortaya koyduğu ‘karizmatik lider’ anlayışını savunur ve karizmatik bir lider bilinçsiz kitlelere farkındalık yaratmayı, onları yönetmeyi ve harekete geçirmeyi amaçlar. Popülizmde halkın bazı kesimleri etkilenmeye çalışılmakta, bazıları ise halk tanımının dışında tutulmaktadır. Popülist liderler, yalnızca toplumdaki belirli grupların çıkarlarını savunurlar. Popülizmin temel özelliği bu anlamda dışlayıcılıktır.
Popülizm iki nedenden dolayı ortaya çıkmıştır, birincisi neoliberalizmin toplumsal krizi, ikincisi ise liberalizmin meşruiyet krizidir. 19. yüzyılda popülizm, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada büyük bir sosyal kriz yaratan Büyük Buhran ile sol popülizme dönüşen ‘milliyetçi’ bir hareketti. Milliyetçilik 19.yüzyılda popülist bir hareket olarak birçok kitleyi mobilize etmeyi başardı. Özellikle 1929 yılında gerçekleşen Büyük Buhran ile birlikte işsizlik önemli ölçüde hızlandı ve enflasyon bir felakete dönüştü. Tüm bunların ışığında Juan Peron, köylülerin ve yoksulların haklarını yeniden tanımlayarak ve ekonomik ilerleme vaat ederek Latin Amerika’da baskın bir figür olmaya başladı. Ona göre ülkeyi ‘halk’ yönetmeliydi. Bu manada Peron çok başarılı bir kriz yöneticisiydi. Sorun sahipliği (issue ownership) olarak tanımlanan kavram popülist harekette çok önemli bir stratejik araçtır çünkü popülist partiler ve liderler öncelikle bir sorun yaratır, daha sonra bu sorunu kitlelere yayar ve onu yönetir. Karizmatik liderler, insanları harekete geçirmek için kendilerine ait olan konuların üreticisidir. Peron bunu çok iyi başaran bir lider olmuştur ve popülizmin ilk temsilcilerinden biridir.
1990’larda ise sosyal talepler yükselmeye başladı ve insanlar Peronist fikirlere geri döndüler çünkü toplum, siyasal, sosyal ve ekonomik olarak eşitlikçi olmayan neoliberal uygulamalardan muzdaripti. Neoliberalizmin sosyal krizi her anlamda hissedilmeye başlanmıştı. 1990’lardan sonra kristalize olan bu popülist dalga temel olarak neoliberalizmin sosyal krizlerine çareler üretme noktasında gelişmiştir.
BİR İDEOLOJİ OLARAK POPÜLİZM
Popülizm, ince ve tanımlanması zor bir ideolojidir bu nedenle klasik ideolojilerden (liberalizm, sosyalizm, muhafazakarlık vb.) ayrılır. ince bir ideoloji olan popülizm klasik ideolojilerde olduğu gibi belirli bir ekonomik programa ve siyasi sistemin ne olacağına dair bir plana sahip değildir. Popülizm, liberal demokrasilerde olduğu gibi azınlık haklarının korunması, güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü gibi temel normlara karşı olarak hareket eder. Popülizmdeki ideolojik yaklaşım, insanlar ve elitler arasındaki düşmanca ilişkilere odaklanır. Cas Mudde, popülizmi, toplumu nihayetinde ‘yozlaşmış elitlere’ karşı ‘saf halk’ olmak üzere iki homojen ve düşman gruba ayrıldığını düşünen ve siyasetin halkın genel iradesinin (volonté générale) bir ifadesi olması gerektiğini savunan bir ideoloji olarak tanımlar. Bu tanım, popülist ideolojinin hem merkezinde hem de onu oluşturan ve daha ayrıntılı tartışmalar gerektiren dört temel kavramı içerir: ideoloji, halk, seçkinler ve genel irade.
Popülizm, çoğunlukçuluğu esas alan bir ideolojidir. Aşırı çoğunlukçuluk, Cas Mudde’nin ifade ettiği gibi demokrasi için bir tehdittir, çünkü aşırı çoğunlukçu model, otokratik gücün kurumsallaşmasıdır. Popülizm aşırı derecede çoğunlukçuluktur, bu nedenle liberal demokrasiler için doğrudan bir tehdittir.
GENEL İRADE (VOLANTE GENERALE)
Rousseau’ya göre genel irade ortak iyiliği veya ortak menfaati hedefleyen toplu olarak tutulan bir iradedir ve genel irade ancak kapsamlı bir demokraside korunabilecek bir fikir birliğidir. Popülistler, siyasetin halkın genel iradesine uygun olması gerektiğini savunurlar. Sonuçta, insanlar saf ve temiz, aynı zamanda homojen olduklarından aynı ilgi ve tercihlere sahiptirler. Halkın genel iradesine olan inanç, popülist ideolojideki iki önemli kavramla bağlantılıdır, bu kavramlar sağduyu ve özel çıkarlardır. Popülistler genellikle politikalarını sağduyuya, yani halkın dürüst ve mantıklı önceliklerinin sonucuna dayandırdıklarını iddia ederler. Sağduyuya karşı çıkan herkes, tanımı gereği dolambaçlı ve yozlaşmış elitlerin bir parçasıdır. Popülistler, karmaşık sorunlara sağduyulu çözümler önermeyi savunarak, çoğu zaman örtük olarak elitlerin sorun yarattığını ve halkla temas halinde olmadığını vurgularlar. Dahası, kendilerini halkın sesi (vox populi) olarak ifade ederler ve onların genel iradesini yansıtırlar. Elitler ise sadece kendi çıkarlarını düşünür ve bu çıkarları maksimize etmeyi amaçlar.
HALK VE ELİTLER
Popülizme göre insanlar otantiktir. Saflık ve özgünlük etnik veya ırksal terimlerle değil, ahlaki terimlerle tanımlanır ve doğru olanı yapmakla ilgilidir, bu da tüm insanlar için doğru olanı yapmak anlamına gelir. Bu mümkündür, çünkü popülizm halkı homojen bir kategori olarak görür. Popülizm, elitlerin halkla aynı gruptan geldiğini, ancak zaman içinde elitlerin kişisel çıkarlarını düşünüp halkın ahlakından uzaklaşarak ona ihanet etmeyi seçtiğini varsayar. Bu nedenle elitler otantik değildir. Halk ve elitler arasındaki keskin ayrım bu manada sınıfa veya millete değil ahlaka dayanmaktadır. İtalya’da Silvio Berlusconi gibi milyonerler veya Peru’da Alberto Fujimori gibi etnik azınlıklar, daha yaygın sosyo-ekonomik statüye veya çoğunluk etnik kökenine sahip liderlerden çok halkın gerçek temsilcileri olarak kabul edildikleri için meşruiyet kazanmışlardır. Popülizm halk ekseninde şekillenir ve bütün amacı konsolide ettiği halkın desteğini alabilmektir. Bu konsolidasyonu sağlamak için ihtiyacı olan en önemli unsur ise elitleri düşmanlaştırmaktır. Elitleri düşmanlaştırmak bazen bir azınlık grubuna karşı, bazen bir mülteci grubuna karşı veya bir dini gruba karşı halkı konsolide ederek yapılabilir. Nitekim son yıllarda ciddi derece yükselen göçmen karşıtlığı popülistler tarafından göçmenlerin halk içinde düşmanlaştırılması ve dışlanması neticesinde ortaya çıkmıştır.
KARİZMATİK LİDERLİK
Karizma, popülizmin tanımlayıcı bir bileşeni değildir, ancak bir liderin şaşırtıcı, sıra dışı ve doğaüstü yeteneklerine olan yaygın inanç, lider ile takipçiler arasındaki bağlantının popülizme yol açan ve onu sürdüren özel yoğunluğu kazanmasının başlıca yoludur. İnsanlar bir liderin kurtarıcı niteliklerine ikna olurlarsa ona derin bir bağlılık sunacaklardır. Popülist-karizmatik lider halkı bir bütün olarak görür ve halkın karşısına bir düşman yaratarak halkı bir arada tutmayı amaçlar. Buna bağlı olarak karizmatik liderin en büyük amacı kolektif bir akıl oluşturarak bu aklı tamamen kendi iktidarı lehine kullanmaktır. Popülist liderler oluşturdukları kolektif aklı ‘popülist mobilizasyon’ yaratarak enstrümantalize ederler ve geniş kitlelerin ortak bir konuda tek bir düşmana karşı mobilize olmasını sağlarlar. Karizmatik liderler söylemlerin yeniden yapılandırılmasında çok başarılıdır ve genellikle gerçekleri unutturmaya ve gizlemeye çalışırlar. Kültürün yönetimi bu anlamda çok önemlidir, çünkü çoğunlukla iç kültürün bir parçası olduklarını iddia ederler ve elitler, liderler tarafından bu iç kültürün dışında tutulur. Liderler, sistemin yapısal sorunlarına odaklanmak yerine, kendileri tarafından marjinalleştirilmeye çalışılan belirli bir gruba nefret ve öfke empoze ederler. Örneğin, göçmenlere karşı nefret, liderler tarafından milliyetçi duyguları harekete geçirmek için geliştirilir ve ulusal duyguları harekete geçirdiklerinde, bunu bir düşmanlaştırma politikası içinde akıllıca yönetirler. Popülist-karizmatik liderlerin esas amacı ana akım partileri kriminalize etmek suretiyle onları sistemin dışında bırakmak ve kendi iktidarlarını meşru hale getirmektir.
Karizmatik liderler son derece yüksek bir kişisellik üzerine kurulmuştur. Karizma tektir, paylaşılamaz veya devredilemez. Karizma kişiseldir. Karizmatik liderler aynı zamanda çok güçlü bir parti kontrolüne sahiptir. İçinde bulundukları partiyi domine ederek parti kimliği ile kendi kişisel güçlerini eş değer tutarlar, hatta bazen karizmatik liderler partinin de üstünde tutulur. Birleştirici olmaktan ziyade ayrıştırıcı bir rol oynarlar çünkü toplumun muhakkak bir bölümü ‘tanımlanan’ halk kavramından dışlanmaktadır. Bu bağlamda popülist-karizmatik liderlere ABD’de Donald Trump, Macaristan’da Victor Orban, Fransa’da Marine Le Pen, İtalya’da Giorgia Meloni, Silvio Berlusconi, Hollanda’da Geert Wilders Arjantin’de Juan Peron, Peru’da Alberto Fujimori, Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan, Yunanistan’da Andreas Papandreou ve Venezuela’da Hugo Chávez gibi önemli isimler örnek olarak verilebilir.
KAYNAKÇA
- Populism: A Very Short Introduction, Cas Mudde and Cristóbal Rovira Kaltwasse
- The Oxford Handbook of Populism
- The Ideational Approach to Populism, Kirk A. Hawkins and Cristóbal Rovira Kaltwasser