ALEXANDRE CABANEL (1823-1889)
Alexandre Cabanel Fransa’nın Montpellier kentinde, 1823 yılında dünyaya gelmiştir. Kendisi klasik eserler üretmiş mühim bir akademik sanatçıdır. Çok genç yaşta resme olan yoğun eğilimi kendini göstermeye başlamıştı, Cabanel henüz 10 yaşında, doğduğu şehirde bulunan bir sanat okuluna kayıt oldu. Ardından 17 yaşında Ecole des Beaux-Arts sanat okuluna başladı ve bunu takiben de 1839 yılında François-Edouard Picot’nun (1786-1868) stüdyosunda çalışmaya başladı. Cabenel’in ilk sergisi o henüz daha 22 yaşındayken yapıldı. 1844 yılında Paris Salon’da yapılan sergide Cabanel, Prix de Rome bursunu kazandı (bu burs XIV. Louis tarafından sanatçılara verilen ve onların 3 ila 5 yıl süreyle İtalya’da kalıp eğitim görmesini sağlayan bir burstu. Bu prestijli burs 1968 yılında dönemin kültür bakanı André Malraux tarafından kaldırılmıştır).
Cabanel bir akademik ressam olmasının da getirisi olarak, çoğunlukla tarihi ve İncil’den sahneler veya konular üzerine çalıştı. Eserlerinde bizlere görünen önemli bir diğer akım da Rokoko sitiliydi. Cabanel ne kadar akademik kariyere ve eğitime sahip bir ressam olsa da hayal gücü muazzam çalışıyordu, bu yüzden ‘’çılgınca’’ veya özgürce resim yapmaktan da kendini alamıyordu. Zeka için zihnin eğitilmesi gerekir fakat deha olmak için bir parça delilik şarttır… Bu düşüncenin paralelinde bir takım skandalların gelişmemesi işten bile değildi tabii ki. Bu skandalların ilki Homeros’tan hikayesini duyduğumuz; Agamemnon’un oğlu Orestes’i çıplak ve estetik şekilde işlediği bir kompozisyonuyla gelmişti. Zira Viktorya döneminde Fransa’da olan bir ressam için çıplak bir kompozisyon oluşturmak fazlasıyla cesaret gerektiren bir durumdu… Akademideki jüriler ve salon ressamları bu kompozisyonu ‘’fazla büyük ve beceriksiz’’ olarak nitelemişlerdi. Bu dönem, yani 1846 dolayları Cabanel’in sanat dünyasındaki hızlı yükselişinin sert bir kayaya çarparak sekteye uğradığı bir dönemdir. Cabanel’in kıskanç hayranları bu fırsattan yararlanıp tüm güçleriyle ve bulabildikleri müritleriyle Cabanel’in üstüne saldırmaya başladılar.
Cabanel’in bu gürültüyü ciddiye alıp, üstüne gelenler yüzünden geri adım atmaya hiç niyeti yoktu. ‘’Alea iacta est’’ zarlar çoktan atılmıştı…
John Milton’nun Kayıp Cennet adlı yapıtı çoktan dönemin sanatçılarını etkisi altına almış olsa da Cabanel bu ‘’düşmüş melek’’ hikayelerine benzersiz şekilde, hafızalardan silinemeyecek bir yorum getirdi. Orestes’in camia tarafından yergi ve reddinden sonra Cabanel, bir öğrenci olarak bu defa kendine Şeytan’ın Düşüşü’nü konu olarak almıştı. Bu kompozisyon karşısında jüriler ilk önce şok geçirdi ardından Cabanel’in bu ölümsüz eserine ‘’dinamizmi hatalı, ressamın tekniği fazlasıyla belirsiz ve uygulamada yetersiz. Ayrıca çok romantik’’ şeklinde bir eleştiride bulunmuşlardı. Cabanel ise yakın arkadaşı Alfred Bruyas’a ‘’bu eser benim ortalama bir iş ortaya koymamak için çektiğim tüm sıkıntı ve çilelerin ödülüdür…’’ diye yazmıştı. Cabanel üç yıl gibi uzun bir süre jürilerinden geçerli bir yorum alamadı ve konu neredeyse akademiden çıkarılmaya geldiğinde The Death of Moses (Musa’nın Ölümü) kanvas tablosu onun imdadına yetişti…
Yine de Cabanel’in en ikonik eseri Venüs’ün Doğuşu (1863) adlı çalışmasıdır. Bu eser hem yoğun bir teknik hem de tutkulu bir erotizm içermektedir. III. Napolyon bu eseri kendi özel koleksiyonu için satın almış.
Cabanel Fransız sanatçıları çok derinden etkilemişti, kendisi bir zamanlar eserlerini sunduğu salona jüri olarak çağrıldı ve önceden öğrencisi olduğu Ecole des Beaux-Arts’a profesör olarak ölümüne dek çalıştı (1889). Sanatçı Légion d’honnour ödülü başta olmak üzere hayatı boyunca birçok ödüle layık görülmüştür.
L’ange Decu, The Fallen Angel, Düşmüş Melek
Düşmüş Melek tasvirine baktığımızda karşımıza estetik bir erkek vücudu çıkıyor. Kıvırcık saçları, mavi gözleri ve güzel vücuduyla Cabanel’in bu kompozisyon için Tevrat’taki Lucifer betimlerini kullandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Lucifer’in arkasındaki melekler sanki düşüşünün ardından onun hakkında konuşuyorlar gibiler, kim bilir hatta arkasından gülüyorlardır belki Kanatları pür beyazdan koyuya doğru uzanmakta, meleklerin alameti farikası olan kanatlar sanki kirlenmiş gibi… Bu bize Lucifer’ın ışıldayan Aden Bahçesi’nden sürgün yeri Dünya’ya olan yolculuğunu veriyor gibi. Lucifer dirseğiyle yüzünü kapatmaya çalışıyorken tasvir edilmiş, tıpkı bazen biz insanların da ağlarken dirseğimizin içine gömüldüğümüz gibi. Fakat tam bu tasvirde bir zamanlar Eden’in en güzeli olan Lucifer’ın gözlerinden bir damla yaş isyan ederken kendini gösteriyor. Bu damla ise vaveylanın bir dışa vurumu gibi… Lucifer utanç dolu çünkü gökteki meleklerin hala onu gördüğünü biliyor, Lucifer öfke dolu çünkü vazgeçilmiş ve bu durumu hak etmediğini düşünüyor, Lucifer üzgün ve ıstırap çekiyor çünkü ihanete uğramış gibi hissediyor, Lucifer öfke yüklü, o ölümsüz hayatı boyunca hiçbir şeyi o an hissettiği intikam duygusu kadar net hissetmiyor ve melek hayatı boyunca bu intikamı daha önce hiçbir şeyi istemediği kadar istiyor…
Akademiden ilk ret yediği dönemde Cabanel’in kendisinin bizzat böyle düşünmediğini kim savunabilir ki? En prestijli bursla girdiği akademide harika şeyler başaracağını söyleyen profesörlerinin, harika şeyler başardığında onu hiç anlamayıp arkalarını döndüklerinde, Cabanel’in terk edilmiş ve ihanete uğramış olduğunu hissetmediğini kim söyleyebilir ki?
Her sanat eseri yaratıcısının bir vaveylasıdır. Şüphesiz ki bu eser dünyaya terk edilmiş tüm ruhlar adına Cabanel’in ortak bir ağıtıdır, çünkü mavi gözlerden akan o yaşa bakıp kendini yalnız hissetmeyen tek bir ruh bile yoktur…
KAYNAKÇA
- Alexandre Cabanel: 65+ Academic Paintings, Ankele Publishing,LLC, 2011