KONUŞANLAR KADAR KONUŞULMAYANLAR DA VARDIR

Yazar: Ali Cevat ULUBAŞ

Bazı şeyler komik oldukları için değil herkes güldüğü için komiktir. Tabi ki bu büyük ve altı doldurulması gereken bir iddia ancak benim ‘Konuşanlar’ adlı stand-up vari program için düşündüğüm şey tam da bu. Çünkü programın kendisi tabi ki de öznel olarak değerlendirilebilecek komedi çatısı altında epey zayıf ancak izleyeni gülmeye neredeyse zorlayan bir yapıya sahip. Kendimce ve sizlerle bu programın yapı sökümünü yapacağım.

Bir Farklı Duvar

Öncelikle programın açılışı ele alalım. Aslında programın dili itibari ile beklenen sahneye çıkanın egosuz ve ‘sıradan’ bir şekilde seyirci ile empati kurması olarak beklenebilirken sunucu bizimle kendisi arasına görünmez bir duvar çekiyor. Ancak bu duvar bir hiyerarşi duvarı değil samimiyet duvarı! Bu duvarın temel işlevi seyirci ile kendisi arasındaki yorumcu olma hakkının belirlenmesi olarak da özetlenebilir. Bu duvardaki ustalık bence şuradan kaynaklanıyor: sahneye çıkanın görünüşü, konuşması ve kullandığı kelimelere aşırı sıradan ve ortalama iken fazlasıyla baskın karakteri samimiyetin içindeki statü farkını belirgin kılıyor. Yani siyaset bilimciler veya sosyoloji öğrencilerinin sıklıkla referans yaptığı ‘sosyal kontrat’ burada en temel hallerinden biri ile karşımıza çıkıyor. Ancak bu bağlamda kontrat daha çok bir sözleşme gibi. Çünkü programa gelmeyi kabul etmeniz aslında programın içindeki duvarı da kabul etmeniz anlamına geliyor.

Yorumcu olma hakkı dediğim gibi bir çok şovda zaten sahnedekindedir. Ancak burada enteresan olan bir kısım ise bu programın tamamen seyirci odaklı olması. Program tamamen seyirci odaklı olunca hazırlık vb. kısımlar yok olurken bütün iş duvarı kurmakta ve sürdürmeye kalıyor, bunun dinamiği ise sürü psikolojisi. Sürü psikolojisi kötü bir kavram gibi dursa da atomize olan kişiler çağında bile kişilerin kararlarını etkilemesinde çok büyük rol oynayabiliyor. Örneğin Nükhet Hotar’ın 2020 yılında sürü psikolojisi ile kripto para yatırımlarını örüntülerini inceleyen kısa çalışmasında kitlelerin hala yatırım önceliklerinde etkili bir faktör olduğu belirtiliyor[1]. Bu veriyi belirtmemdeki temel sebep şu: sınırlı sermayesinde bile sosyal dinamiklere kapılan güruhlar mesele gülmeye gelince tabii ki diğerlerinden etkileniyor. Ancak Konuşanlar’da olan sürü psikolojisi gözlemlerim kadarıyla yaratılmış bir dinamik. Neden? Çünkü program yukarıda da dediğim gibi kişilerin üzerinden ve genellikle de onların aşağılanması üzerine ilerliyor. Böylece hem gülünen kişi hariç bütün grupta bir ortaklık bilinci oluşuyor hem de o an gülen insanlar arkasına geçemeyecekleri bir duvarı fark edip duvarın yarattığı dinamiğe ortak oluyorlar. Bir stand-up show’un bu kadar derin ve Foucault’cu incelenmesini ben de başka yerde görsem kınarım ancak programı iyice incelediğim ve hakkında yazılanlara biraz göz gezdirdiğimde gülme dinamiğini buraya bağlamakta kendi açımdan bir problem görmüyorum.

Konusuz Konuklar ve Konuk Bağımlılığı

Dediğim gibi formatı düşünenin büyük bir deha olduğuna eminim çünkü işin psikolojik kısmını çok sıkı incelemiş ve ele almış olduğu kesin. Ancak programı benim açımdan tekrardan enteresan yapan bir konu da programın seyirciden koparılamaz olduğu. Bu kötü bir şey değil tabiki, özellikle de benzeri sahne sanatları ile karşılaştırdığınızda (örn: pandomim). Ancak buradaki enteresanlık neredeyse bütün sahne sanatlarında olup Konuşanlar’da olmayan bir şey o da bir metin veya konu. Çünkü en temel postmodern metinlerde veya sanat eserlerinde bile eser/iş bir şeyler etrafında döner. O ‘şeyler’ de kısmen veya tamamen kurgulanmış veya düşünülmüş şeyler olur. Ancak burada hiç bir yazılı metin, hazırlık ya da iskelet yok. Hatta şovun kendini açıklaması aynen şöyle: “Bu sohbet bildiklerinizden çok farklı. Her insan farklı bir hikaye, her hikaye farklı bir kahkaha. Hasan Can Kaya önce konuşanları seçiyor ardından birbirinden ilginç sorularla eğlence katlanarak artıyor”. Bunu biraz açalım öncelikle bu bir sahne gösterisi değil sohbet. Yani slogan en baştaki duvarı işaret ederek bizlere diyor ki: “en temel kaynak olan sizler gelin bu bir gösteri değil sizin arkadaşlarla yaptığınız bir sohbet”. Bu da bir sıkıntı değil ancak hepimizin de bildiği gibi sohbetler kurgusuz, başı ve sonu olmayan, amaçsız veya hedefsiz olur. Bu anlamı ile Konuşanlar bir sahne gösterisi değil sohbeti ise dediğim gibi kendisini tamamen seyirciye sabitlemiş bir ‘şey’ haline geliyor. Sloganın ikinci kısmı daha da enteresan: “…her insan farklı bir hikaye, her hikaye farklı bir kahkaha…”. Aslında burada da kahkanının tek kaynağının gelen konuk olduğu belirtilmiş. Tabi burada konuklar bilinçsiz çünkü ortada bir konu yok o yüzden o anda akıllarına ne gelirse onu anlatıyorlar sunucu da içlerinde kendi takıldığı noktaları hafif aşağılayıcı şekilde eşeliyor. Normalde bunu kınamazdım çünkü seyircilerin sanat eserini oluşturduğu bir çok eser şu anda mevcut veya sanat literatürüne girmiş durumda. Ama bunların hiçbiri ‘hadi bakalım ne olursa’ şeklinde olmuyor. Uzun lafın kısası program öyle enteresan şekilde postmodern ve içerik olarak boş ki bir ‘Allah korusun’ eğer bir gün salon utangaçlar veya unutkanlar tarafından rastgele domine edilse programın ilerleme şansı yok (ki büyük ihtimal göremeyiz de).

Boşluğa Açılabilecek Kapı

Yazının son ve bu kısmı biraz daha siyaset bilimi alanına da yönelebilecek şekilde yazıldı yani teorik ancak sıkıcı değil (umarım). Öncelikle şovun kötü bir postmodernizm örneği olduğu fikrindeyim. Şov yukarıda da belirttiğim gibi ‘tamamen’ izleyicilere bel bağlamış derece merkeziyetsiz ve de spontan. Bunlar komedide iyi özellikler gibi görülse de sahne sanatlarında tekrarlılık ve sanatçıdan kaynaklanan özgünlük gözlüklerini taktığımızda iş elimizde kalıyor. Bu anlamda iş özgürleştirici ve sorgulayıcı bir halden aşağılayıcı ve seyircinin anlık anlattıkları üzerinden şekillenen kopuk bir materyale dönüşüyor. Seinfeld ile ilgili ilk yazımı okuyanlar benim postmodernizme değil postmodernizmin enstrümanlarına karşı olabileceğimi belki anlamıştır. Bunu söylüyorum çünkü içinizde eğer ki bir postmodernizm hayranına denk gelmişsem bilin ki ben sizin düşmanının değil dostunuzum. Şovdaki ‘siyaset bilimi problemi’ ise şovun bir anarko-popülist eser olması ve bunlara kapı açması. Eser anarko çünkü bir merkezi (başka bir komedyeni veya komedi tarzını) referans almıyor, kendisinden gelen bir iskeleti veya anlatısı yok hatta her seferinde kendini yeniden aynı isimle ancak farklı şekilde var ediyor. Ve eser popülist çünkü en baştaki duvar tamamen topluluk rızası ve onayına dayanan, kendinden önceki şovları önemsememesi ve kendisini ‘sohbet’ yani olabilecek en samimi haliyle sunmasıyla da halkın içinden mesajını sürekli sürekli bize veriyor. Dediğim gibi bu planlı ve sistematik bir şekilde sunucu tarafından yapılsa büyük bir övgüyle bahsederdim ancak burada olan şey maalesef popülizm ile kavrulmuş bir toplumun bir başka popülizme balıklama atlaması.

Bu yazıyı yazarken emin olun defalarca ‘acaba çok mu yüklendim?’ diye içimden geçirdim. Ancak Hasan Can Kaya’nın Hürriyet’e verdiği bir röportajı okuyunca fikirlerimde haklı olduğumu bir kez daha anladım. Kendisinin bir kaç cevabı ile bu kısmı kapatmak istiyorum. Kendisine en çok neye sinirlendiği sorulduğunda ‘Beni en çok başkalarını aşağı çekmeye yönelik rekabet ortamı öfkelendiriyor’ diyor ve buna bağlı olarak profesyonel olarak karşılaştığı engele de “Sektörel bürokrasi, çalıştığım bazı yerlerde karşımıza bilirkişi diye atanan ama bildiği yanıldığına yetmeyen tipler. En çok bunlar zorladı” diyor[1]. Bunlar tabiki Hasan Can’ın popülist olduğunu söylemiyor ancak yaptığı işin kitlelerin takip ettiği kişilerce onaylanmadığını ve kendisinin bu ‘sektörel bürokrasinin’ içinden çıkıp samimi mizah yaptığı fikrine sahip olduğunu gösteriyor. Bundaki temel problemim Hasan Can’ın kendisi değil bu şovun bir postmodern boşluğa kapı açması. Çünkü zaten yeni yeni gelişen ve de devamlılık kültürü içermeyen Türk stand-up alanında ben dahil bütün komedi severler ister ki kaliteli ve zeki kişiler ve işler hayat bulsun. Kalanları da elbette yok olmasın ama geleneği de oluşturmasın. Bu bağlamda Konuşanlar’ı kendisinden sonra daha da boş ve içeriksiz, hatta neredeyse sunucuya fixlenmiş işlere önayak olabilecek olması sebebiyle kaygı verici buluyorum. Çünkü bundan önceki stand-uplarda kendinden önceki ekolü eleştirerek kendi tarzını kabul ettiren bir tarz bizlere bugün Kadıköy, Beşiktaş vb. semtlerde izlediğimiz açık mikrofon stand-up sanatçılarını kazandırdı. Ve yeni gelenler küçük bir grup olduğu için sektörel bir yapıda değil daha çok bir komün veya sendika gibi çalışıyor. Böylece rekabet teşvik edilirken yardımlaşma ve ortaklaşma da yargılanmıyor ve doğal olarak gerçekleşiyor. Bu küçük çemberin bir avantajı da içerik açısından sert programlardan sonra oluşan destek ve dayanışma havası, ki bu da olmasa ilk eleştiriden sonra bir çok kara mizah komedyeni alandan silinebilirdi diye düşünüyorum[2]. Bu anlamda yavaş ancak emin adımlarla gelişen ve zeka kokan bir alanın tamamen seyirci odaklı tembel bir işe dönüşmesi beni korkutuyor maalesef.

Kapanış

Sözün özü Konuşanlar programı hem kendi başına hem de açabileceği yeni yollar açısından beni Türk stand-up’ının geleceği ve bugünü için biraz kaygılandırıyor. Çünkü postmodernizmi bile alaturka sunan bu şovda fikir, konu veya iskelet adına hiçbir şey yokken şovun kendisi de mizahi yeteneğe değil seyircinin ilginçliğine kalmış durumda. Mizah sever bir seyirci olarak mikrofonu alıp şovu omuzlamaktansa oturduğum yerde hafif tedirgin bir şekilde anlatılanları çözmeyi yeğliyorum ya siz?

Kaynakça

İlginizi çekebilecekler

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar