TÜRK SİNEMASI ÖLÜYOR MU YOKSA DİJİTALLEŞİYOR MU?

Yazar: Kübra ERBAYRAKÇI

Türk sineması var olduğu günden bu yana bir sürü badireler atlatmış, dönemsel farklılıklarla yüzleşmiştir. 1914 yılından Fuat Uzkınay’ın çekmiş olduğu “Ayastefanos Abidesinin Yıkılışı” belgesel filminden bu zamana tekniksel ve kuramsal çerçevede Türk sinemasının değişimler içerisine girdiğini söylemek mümkün olmaktadır. Yazıda,  bu dönem içerisinde değerlendirecek olduğumuz Türk sinemasının büyük değişimine tanıklık edeceğiz.

Dönemsel Çerçevede Türk Sineması

Sinema toplumdur ve toplumsal yapıyı en iyi derecede analiz edip toplumun kendisini, olaylarını beyaz perdeye yansıtır.

1960 yılında, toplumda yaşanılan darbe neticesinde etkilenen sinemanın sansür mekanizmasına takılan filmlerinin bir çoğunun yok olmasına nazaran halkın Türk sinemasına olan düşkünlüğü neticesinde sinema salonları dolarken, birçok yönetmen halkın parasıyla film çekmiştir.   

1970 yılında, hanelere girmeye başlayan televizyon aygıtının var oluşuyla sinema bir süre topallama dönemine girmiştir. Sağcı-solcu kavgalarının yaşandığı döneme denk gelen 1970 yılında, halk evlerden dışarıya çıkamadığından Türk filmleri sinema salonlarını doldurmamıştır. Buna çözüm arayışı içerisinde olan yapımcılar, 1976 yılında erotik film dönemini başlatmışlardır. Anadolu erkeklerinin sinema salonlarını doldurmasıyla sanatçılık anlayışı yerini cinsellik anlayışına bırakmıştır.

1980 yılında yaşanılan darbe sonucunda siyasal içerik taşıyan filmler sansür mekanizmasına takılmıştır. Sinema salonları boş kalmaya devam etmiştir.

1990 yılından-1996 yılına kadar olan 6 yıllık arada sinema kriz dönemine girmiş ve bu krizden çıkmanın yolu devlet destekli projelerde aranmıştır.

2000 yılında Türk sineması, Bağımsız sinema ve Popüler sinema olmak üzere iki perspektiften bakılması gereken tür olmaya başlamıştır.

2010 yılında, kara komedi türündeki filmler, absürt komedi türündeki filmler yükselme dönemine girmiş ve komedilik altında sistem eleştirisi küfür adı altında yapılmıştır(Recep İvedik 3)

2020 yılında, pandemi dönemi olarak değerlendirilmesi gerekilen bu dönemde sinema salonları kapanmıştır. Eve kapatılan halk, eğlence ihtiyacını belirli aylık ücret karşılığında dijital platformlardan karşılamaya başlamıştır. Üretilen filmlerin birçoğu da dijital platformlara satılmıştır. Boş kalan sinema salonlarını halk, evinde oturarak izleme kompleksi içine girip doldurmuştur. Belirli bir süre pandemi nedeniyle kapanan sinema salonlarının 1 temmuz 2021 tarihinde açılmasıyla biyografi türündeki filmler “Box Office” adı altında sinema salonlarında gösterime girmeye başlamıştır. Az sayıda sinema salonları için üretilen filmler, sinemanın öldüğü kanısına vardırmaktadır. Oysa ki dijital platformlarda birçok Türk filmleri yayınlanmaktadır.

Neden Biyografik Türde Filmler?

“Müslüm, Cep Herkülü Naim Süleymanov, İki Gözüm Ahmet, Dayı,  Kesişme İyi Ki Varsın Eren, Dilberay, Garip Bülbül Neşet Ertaş ve Bergen”

Sinema salonlarında gösterime giren filmler bir süreden sonra dijital platformlarda da gösterime açılmaktadır. Bu dönemde biyografik türdeki filmler dikkat çekerken diğer yandan dijitalleşen dünyada sinemanın dijitalleşmiş olduğuna da dikkat çekmekteyiz. Gelişen teknolojiyle birlikte toplum değişiyor, değişen toplum yapısıyla birlikte sinemada değişiyor. Sinema salonlarının boşluğunu son dönemde dolduran Bergen filminin biyografik türde olması da dikkat çekmektedir. Bu doğrultuda Türk sinemasının öldüğü kanısı doğru olmamaktadır.

İlginizi çekebilecekler

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar