Yazıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor” sözüyle başlamak istiyorum. Tanpınar’ın bu cümleyi kurmasının üzerinden yıllar geçti fakat bugün hâlâ geçerliliğini sürdürüyor diyebiliriz. Türkiye’de genç olmak, genç kalmak, genç yaşamak tarihin her döneminde zorlukları beraberinde getirmiştir. Bunun yanı sıra 21 yılı deviren iktidar serüveninde Adalet ve Kalkınma Partisi ve Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konumu ise günümüz gençliği özelinde ayrı bir öneme sahip. Doğduğu günden bugüne kadar başka bir iktidar görmemiş bu nesil, Erdoğan ve AKP öncesi dönemi ya kulaktan duyma bilgilerle ya da kendi imkanları dahilinde araştırarak öğrenebiliyor. Durum böyle olunca değişimin ne demek olduğunu, yenilenmenin nasıl bir şey olduğunu daha önce tecrübe etmemiş olan günümüz gençliği, haklı değişim taleplerini dile getirdiğinde üst kuşakları/soyları tarafından cahillikle suçlanıyor. Üst kuşakların anlamadıkları şey ise şu; cahillikle, tecrübesizlikle suçlanan bu gençler sadece kendi yaşadıkları yaklaşık çeyrek asırlık yaşam mücadelelerinde herhangi bir Batı Avrupa ülkesinde yaşayan gençlerin ömrü boyunca yaşamayacağı olaylara tanıklık etti. Bu olayların sayısı o kadar fazla ki hepsini bir yazıda sizlere aktarmam elbette mümkün değil. Ben de 24 yaşında bir genç olarak hem kendi hafızamda hem de ülkemiz gençlerinin hafızasında derin izler bırakan olaylardan sadece birkaçını sizlerle paylaşabileceğim. Sandığa giderken sadece kimliğinizi değil yaşanmışlıkları da yanınızda götürmeniz ümidiyle, başlıyorum.
Kanser Hastası Dilek Özçelik ve Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar
Tekirdağ’ın Saray ilçesinde yaşayan ve Trakya Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği mezunu Dilek Özçelik, 2013 yılında dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ile unutamayacağımız bir diyalog yaşadı. Nisan 2013’te Trakya gezisini gerçekleştiren Bakan Bayraktar’ın yanına gidip kanser ilaçlarının temini için yardım talebinde bulunan Dilek, bakanın cebine para sıkıştırması sonrası “Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda” diyerek parayı geri iade etmiş ve ağlayarak uzaklaşmıştı. Yaşanan bu utanç dolu an bugün dahi hafızalarımızda yerini koruyor. Dilek ne yazık ki 14 Ocak 2018 tarihinde aramızdan ayrıldı. Erdoğan Bayraktar’ın sergilemiş olduğu tavır ise hâlâ hafızamızın utanç müzesinde sergileniyor. Yattığın yer incitmesin Dilek.
Cemaat ve Tarikat Yapılanmalarının Aldığı Can: Enes Kara
Enes Kara, Elazığ Fırat Üniversitesinde Tıp Fakültesi 2. Sınıf öğrencisiydi. Ailesinin yönlendirmesiyle gittiği Nur Cemaati yapılanmasına bağlı öğrenci yurdunda kalıyordu. 14 Ocak 2022 tarihinde çekmiş olduğu videoda “Herkes doktorluktan kaçıyor, çünkü mobbing var, uzun süreli nöbetler var, hastadan şiddet görme ihtimali var, köle gibi çalışıyorsunuz, ben böyle bir gelecek istemiyorum. Bulunduğum cemaat yurdunda namaz kılma ve cemaatin dersine katılmak zorunlu, verdikleri kitapları okumak zorunlu, kendim müslüman değilim, ailem bilmiyor, buradan ayrılmak istediğimi söylediğimde hayır cevabını aldım” ifadelerini kullanmıştı. Bulunduğu yurtta uğradığı baskıya, geleceğe dair umutsuzluğa dayanamayacağını anladıktan sonra yaşamına son verdi.
AKP iktidarında gerek devlet kademelerinde gerek sosyal hayatta oldukça güçlenen cemaat ve tarikat yapılanmaları Enes gibi yüzlerce, hatta binlerce gencin hayatında unutamayacakları travmalara sebep oldu. Devlet desteğini arkasına alan bu ve benzeri yapılanmalar, gençlerin okumak için bulundukları kentlerde (devlet yurtlarının yetersizliği sebebiyle) adeta zorunlu alternatiflere dönüştürüldü. 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimi sonrası dahi ders almayan iktidar, sadece gençleri değil topyekün devleti nasıl ateşe attığının farkında değil. Eğer farkında olarak bu yapılanmalar teşvik ediliyorsa Enes gibi nice arkadaşımızın böyle acı tecrübelerle aramızdan ayrılması ne yazık ki işten bile değil.
Yemekhane Kartımda Sadece Bir Lira Var: İstanbul Üniversitesi Öğrencisi Sibel Ünli
30 Aralık 2019 tarihinde İstanbul Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı’nın sosyal medya hesaplarından yapılan açıklamayla üç öğün indirimli olarak sunulan yemekhane hizmetinin bir öğüne indirildiğini ve kahvaltı öğününün tamamen kaldırıldığı söylendi. O tarihlerde İstanbul Üniversitesi’nde ikinci yılımdaydım. İlgili karar çıkmadan önce günde üç öğün yemek her biri 3,50 TL ücretle alınabiliyordu. Alınan karar sonrası öğrenciler 3,50 TL’ye sadece tek bir öğün yemek yiyebilecek eğer ikinci öğünü yemek istersek 18,50 TL ücret ödemek zorunda kalacaktık. Devlet üniversitesinde eğitim gören birçok genç için alınan bu karar öğün sayısının teke düşmesiyle aynı anlama geliyordu. Bu doğrultuda haklı eylemimizi gerçekleştirmek üzere herhangi bir kuruluş ve yapılanma çatısı altında bulunmadan üniversite öğrencisi kimliğimizle Beyazıt Ana Kapı önünde sloganlar ve basın açıklamalarıyla protestomuzu gerçekleştirdik. Daha sonrasında rektörlüğün aldığı karardan vazgeçmesi için dilekçelerimizi verdik. Ünlü isimlerin sosyal medya paylaşımları, basın yoluyla oluşturulan kamuoyuna rağmen yaklaşık on gün süren eylemlerde rektörlük geri adım atmadı. Ta ki Sibel’in ölüm haberini alana kadar. Sibel’in aramızdan ayrılma haberi sonrası İstanbul Üniversitesi aldığı karardan vazgeçti. Biz mücadelemizi kazandık, alınan kararı iptal ettirdik fakat ne yazık ki Sibel’i kaybettik. Atanmış rektörün inadından vazgeçmesi için maalesef bir genç arkadaşımızı daha toprağa vermek zorunda kaldık.
Boğaziçi Üniversitesi Protestoları
2 Ocak 2021 tarihinde gece yarısı alınan bir kararla Haliç Üniversitesi Rektörlüğü görevini sürdüren Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanması sonrası başlayan protestolar, önce üniversitede yer alan öğretim üyelerinin ardından da öğrencilerin yaptığı eylemlerle devam etti. 1980 yılından bu yana üniversite dışından atanan ilk rektör olan Bulu, Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlileri, öğrencileri ve mezunları tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Üniversitelerin bağımsız olması gerekliliğini savunan binlerce Boğaziçili alınan bu karara karşı tepkilerini gösterdi. Günlerce süren eylemlerde birçok öğrenci evlerine yapılan baskınlarla gözaltına alındı. Yapılan eylemlerin provokasyon olduğunu öne süren Cumhurbaşkanı Erdoğan ise almış olduğu bu kararı 15 Temmuz 2021’de bozarak Melih Bulu’yu görevden aldı. Yaşanan olaylardan geriye kalan ise gençlerle uzlaşıdan yana olmayan, bilimden ve sağduyudan uzak bir iktidarın gövde gösterisinden başka bir şey değildi.
Ekonomik Kriz ve Beyin Göçü
2019 yılında UNESCO’nun yayınlamış olduğu verilere göre her yıl 50 bin öğrenci yurtdışına okumaya gidiyor. Yine aynı yıl TÜİK’in yayınladığı rakamlarda ise Türkiye’den yurtdışına göç eden kişi sayısı 330 bin 289 olarak raporlara yansımış. Yaşanan ekonomik kriz, gelir adaletsizliği, günbegün artan baskı ortamı birçok gencin hayallerini yurtdışında aramasına sebebiyet veriyor. ‘’Türkiye bir mühendis kaybetti, Almanya bir X kazandı.’’ başlıklarıyla atılan tweetler sosyal medyada her geçen gün daha çok önümüze çıkıyor. Hayal kurulamaz, plan yapılamaz, umutların tükenip gittiği bir coğrafyaya dönüşen ülkemiz, ne yazık ki gençlere çareyi başka ülkelerde aramaya itiyor. Gittikleri ülkelerde yabancı olmayı, ötekileştirilmeyi göze alan, doğup büyüdükleri toprakları daha refah bir gelecek ümidiyle terk eden binlerce nitelikli genç beyin aramızdan ayrılıyor. Oysa ki ülkemiz fikir özgürlüğünün, ekonomik refahın, güvenliğin ve diğer pek çok olanağın sağlandığı bir atmosfere sahip olsa kimse doğduğu büyüdüğü toprakları kolay kolay terk etmeyecektir. Hak ettiği değeri görse, verdiği çabanın ve mücadelenin neticesini alabileceğini bilse, gelecek hayalleri kurabilse, fikir ve düşünce özgürlüğünün güvence altında olduğunun garantisini alabilse hiçbir genç yuvasından ayrılmayacaktır. Ülkemiz nitelikli gençlerini kaybettikçe uluslararası arenadaki rekabetini de kaybediyor. Ülkemiz parlak beyinlerini yitirdikçe geleceğini de yitiriyor. Geri dönüşü olmayan bu kaybın sıkıntısını önümüzdeki yıllarda çok daha derinden hissedeceğiz, iktidar bunu görmüyor.
Daha yaşanılabilir bir Türkiye için akla, bilime, sağduyuya, özgürlüğü ve adalete ihtiyacımızın olduğu aşikâr. Umarım yukarıda bahsettiğim olaylar gibi yaşanan birçok olay ben ve benim gibi milyonlarca gencin hafızasında yerini korumaya devam eder. Umarım daha aydınlık bir Türkiye’de hep birlikte huzurlu ve mutlu gelecek hayalleri kuracağımız günler bir an önce gelir.
Her şeye rağmen umudumuzu yitirmemeli, gençliğimizi yaşarken kaybetmemek için mücadele etmeliyiz. Umutsuzluğa düştüğünüz her anda Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesinden bu sözleri hatırlayın:
Sağlıcakla kalın…