TARİHİN BİYOLOJİYE YANSIMASI: Antik DNA ve Pandemiler

Yazar: Ömer Faruk CANDOĞAN

Biyolojik tarih dendiğinde aklınıza ne geliyor? Birçoğunuzun “Antik DNA” dediğini duyar gibiyim. Zira, nesiller boyu aktarılan bir mirastan daha güvenilir bir kaynak olabilir mi? İşte bu nedenle bilim insanları, tüberküloza karşı daha duyarlı olmamızı sağlayan bir gen varyantının izlerini sürerek son 10.000 yıl içerisinde tüberkülozun yükseliş ve düşüş dönemlerini saptamayı başardılar. Bu bilgiler ışığında salgınların Demir Çağı Avrupası’nın bağışıklık sistemlerinin nasıl yeniden şekillendirdiğini anladılar.

Ölümün Zaferi İllustrasyonu
Kaynak: World History
Ölümün Zaferi İllustrasyonu
Kaynak: World History

Daha önce başka bir yazımızda insanlık tarihinden bu yana ne kadar çok pandemi yaşandığını ve bunların ne kadar yıkıcı sonuçlar verebildiğinden bahsetmiştik. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda pandemilerin doğanın bir parçası olduğunu kabullenmeliyiz. Peki ya pandemiler geçtikten sonra her şey normale dönüyor mu? İnsanlık hala aynı mı?

Şimdi insanlık tarihinin en can yakıcı pandemilerini bir hatırlayalım. Kara Veba türleri, İspanyol Gribi ve son olarak da COVID-19. Bu salgınlarda milyonlarca insan hayatını yitirdi fakat sayılar tüberkülozla kıyaslandığında sonuç hiç de iç açıcı değil. Zira son 2000 yıl içerisinde 1 milyardan fazla insanın ölümüne sebep olan ve her yıl dünya çapında 1.5 milyon insanın ölümüne yol açan bir hastalıktan bahsediyoruz. Bunca bilgiye sahiptik fakat şimdiye kadar tüberkülozun ne zaman ve nasıl bu kadar ölümcül olduğu konusu gizemini korumaya devam ediyordu.

Atalarımızın Moleküler İzleri

“Her birimiz, geçmiş pandemileri atlatan bireylerin torunlarıyız.” diyen yazar Lluis Quintana-Murci aynı zamanda Pasteur Enstitüsü’nde (Fransa) popülasyon genetiği üzerine araştımalar yapan bir bilim insanı. Doğanın acımasız, ilkel fakat bir o kadar da mantıklı sistemini bir kere daha gözler önüne sermiş. Güçlü ya da ayrıcalıklı (genetik olarak) olanın yaşama hakkının ağır bastığı bir düzen. Kısaca bu araştırma, hangi patojenlerin DNA’mızı değiştirerek bizleri daha dirençli kıldığını gösterecek.

Tüberküloza dair en iyi kanıtlara 9000 yıl önce Orta Doğu’da gömülen iskeletlerde rastlıyoruz. Bu dönem tarımın icadından kısa bir süre sonraya tekabül ediyor diyebiliriz. Fakat bugün insanları öldürmeye devam eden varyantın (Mycobacerium tuberculosis), insanların daha yoğun yerleşkelerde evcilleştirilmiş hayvan türleriyle bir arada yaşamaya başladıkları sırada yani 2000 yıl önce ortaya çıktığı biliniyor.

İki yıl önce Paris Üniversitesi post-doktora araştırmacısı Gaspard Kerner’ın yaptığı keşif, P1104A olarak adlandırılan ve TYK2 bağışıklık geninin iki nadir kopyasına sahip olanlar bireylerin tüberküloza birkaç defa yakalanma riskinin çok daha fazla olduğunu ortaya koydu. Bunu yapabilmesine imkan sağlayan yolsa başka bir araştırmadan geçiyor. Konusuysa 10.000 yıllık bir zaman diliminin farklı dönemlerinden alınmış 1013 adet Avrupalı bireyin antik DNA analizleri.

Nerede? Ne zaman? ve Nasıl?

Araştırmacıların söylediğine göre P1104A, antik bir mutasyon. Buna en büyük kanıtın Anadolu topraklarından çıktığına pek şaşırmamak gerek çünkü yerleşik hayat ve tarım kavramlarıyla ilk defa modern insanlığın beşiği olan Mezopotamya topraklarında karşılaştık. Kısaca bu gene yaklaşık 8.500 yıl önce yaşamış bir Anadolu çiftçisinin DNA’sında saptandı ve hesaplamalara göre bu mutasyon 30.000 yıl öncesine dayanıyor. Anadolu çiftçileri ve Yamnaya çobanlarınınsa bu geni Avrupa’ya kadar yaydığı düşünülüyor.

Değinilen diğer bulgularsa, varyantın görülme sıklığının nasıl değiştiği hakkında. Yaklaşık 5.000 yıl öncesine kadar nüfusun sadece %3’ü bu varyanta sahipti.  Bronz çağının ortalarına gelindiğinde (yaklaşık 3.000 yıl önce) bu oranın %10 olduğunu görüyoruz. Fakat günümüzde bu oran eskiden olduğu gibi %2,9 civarına gerilemiş durumda.

Antik DNA çalışmalarına göre bu gerilemenin sebebi tüberkülozun modern varyantının ortaya çıktığı zamana denk geliyor. Araştırmacıların söylemine göre Bronz Çağı’nın bitimine doğru, bahsi geçen iki kopyaya sahip her 5 bireyden 4’ü yaşamını yitirmişti. Buradan çıkarılan sonuçsa salgının başrolü değiştikçe bizlerde değişiyoruz. Değişen başrole uyum sağlayamayanlarımız doğal seçilimin kurbanı oluyor. Güçlü olanlar hayatına devam ediyor zayıf olanlarsa kendisine “Tali Hasar” kategorisinde yer buluyor.

İnsanoğlu olarak sürekli doğayı karşımıza almanın bir yolunu bulabiliyor ve sürekli onu yenmenin yollarını arıyoruz. Kimi zaman bunların bedelini küresel ölçekte kimi zamansa lokal ölçekte ödüyoruz. Fakat şunu anlamak lazım ki doğa hiçbir zaman bildiğin yerden soru sormaz. Doğanın bizden çok daha hızlı evrimleştiği de bir gerçek. Şu an bile sistemin işleyişine şahit oluyoruz fakat anlamamız gerekenleri anlamıyoruz. Çevreye ve doğaya verdiğimiz hasarın boyutunu hesaplayamıyoruz. Umuyorum ki daha güzel gelecek algısına sahip doğa dostu bir medeniyet olabiliriz.

KAYNAKÇA

İlginizi çekebilecekler

Bir yorum bırak

* Bu formu kullaranak, internet sitemize sağlamış olduğunuz datanın (örn. mail adresi) tarafımızca saklanmasını kabul etmiş oluyorsunuz.

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar