TÜRKİYE’NİN NIETZSCHE’Sİ: ORUÇ ARUOBA

Yazar: Zeynep AKINCI

Ömür, uzadıkça kısalan şeydir der büyüklerimiz. Bu süreç boyunca yaptıklarımızla, yapmadıklarımızla, yapamadıklarımızla boğuşur dururuz. Bu ömür denen mefhumun içini yazdıklarıyla, fikirleriyle, bazen karmaşık, bazen yutkunmayı zorlaştıran satırlarıyla ve söylemleriyle dolduran, böylelikle pek çoğumuzun akıllarına kazınan bir düşünürden bahsetmek istiyorum: Oruç Aruoba. O zaman vakit kaybetmeden dolu dolu geçen 72 senede ufak bir yolculuğa çıkalım.

HAYATI VE KARİYERİ

Geçtiğimiz sene mayıs ayında kaybettiğimiz, yazar, şair, psikolog, çevirmen, akademisyen ve felsefeci kimlikleriyle tanınan, Türkiye’nin yetiştirdiği çok kıymetli bir insandı Aruoba. 1948’in temmuzunda dünyaya geldi. Psikoloji bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Hacettepe Üniversitesi’nde, öğretim üyesi olarak kariyerine devam etti. Esasında üniversite döneminde yazmaktan ziyade iyi bir okur olduğunu anlatır. Fakat sonrasında ülkemizin en önemli felsefe hocalarından biri olan İoanna Kuçuradi ve Nietzsche aracılığıyla felsefeyle tanışmıştır. 1972 ile 1983 yılları arasında ise felsefe bölümünde yaptığı doktorasını tamamlamıştır. Yurtdışındaki bazı üniversitelerde de akademisyenlik yapmıştır. Bu akademik çalışmalarını ise epistemoloji, etik, Hume, Kant, Kierkegaard, Nietzsche, Marx, Heidegger ve Wittgenstein üzerinde oluşturmuştur.

Çeşitli basın organlarında yayın yönetmenliği yapmasının yanı sıra, birçok dergide yazı ve çevirileri yayımlandı. İyi bir çevirmen olan Aruoba, Wittgenstein’ın eserlerini Türkçeye ilk çeviren kişi olma özelliğini de taşır. Bunun yanında, Hume, Kant, Nietzsche gibi düşünürlerin eserlerini de dilimize kazandırmıştır. Fakat onu klasikleşen bu tabirlerle anlatmak ya da anlamak pek etkili durmuyor. Zira o, bunlardan çok daha fazlasıydı. O yüzden okuduğumuz herhangi bir satırda onun kalemini tanıyabiliyorsak, bu hiç şüphesiz anlattıklarımızın altında yatan güçlü birikimi ve fikir dünyasının genişliğinden kaynaklanmaktadır.

DÜŞÜNCEDEN DİLE

Hakkında anlattığımız kısa bir paragrafın çok daha ötesinde ve derininde biri olduğunu az evvel de belirttik. Çünkü böylesine bir ustayı, hele ki felsefe gibi bir alanı hayatına, kitaplarına, şiirlerine nakış gibi işleyen birini kabataslak ifadelerle anlatmak doğru olmaz. Peki bu denli benimsediği felsefe ve düşün dünyası onun için ne anlam ifade ediyordu? Onun bu kavramlar konusunda belirttiği farklı ve alışılmadık yargılar, ne kadar özgün bir kimliğe sahip olduğunu bizlere tekrar göstermekte. Örneğin birinin kendisine filozof demesinin, o kişinin filozof olduğu anlamına gelmediğini üstüne basa basa tekrarlar. Ayrıca ‘filozof’ ile ‘felsefeci’ ayrımını en iyi şekilde ifade etmeye çalışmıştır. O, felsefecinin simitçi, balıkçı gibi bir meslek sahibi olduğunu ve böylece felsefe sattıklarını, oysa filozofun bilgeliği seven kişi olduğuna dikkat çekmiştir.

Ardından şiire açılmış kapıları. Onun deyimiyle şiir, felsefe için tek ayrıcalıklı sanattır. Aruoba, şiire ve şiir sanatına verdiği önemi sıklıkla dile getirmiştir. Şiirlerinde alışık olduğumuz kıta ve yazım düzenini görmek pek mümkün değildir. Çünkü yazdığı kısa veya uzun cümlelerle, farklı vurgularla, bol bol kullandığı noktalama işaretleriyle okuyucuya bir hayli keyif verir. Yine aynı dönemlerde, Japon edebiyatının bir şiir türü olan Haiku’yu da kullanmaya başlamıştır. Üçlü dizelerle yazılan, on yedi heceden oluşan bu tür, konusunu genellikle mevsimlerden, doğadan ve insandan alan lirik bir türdür.

 Aruoba, metaforu edebi çalışmalarında en başarılı şekilde kullanan yazar ve şairlerden biridir. Bilhassa şiirsel metinlerinde metaforlarını ayrıntılandırma ve anlamı genişletme gibi yöntemlere uygun bir şekilde kullanmıştır. Bu sebeptendir ki, onun ne kadar iyi bir gözlemci olduğu metaforları ustaca kurgulamasından anlaşılmaktadır. Şu satırları bu durumu belki de en iyi şekilde özetlemektedir:

‘Tavşan besleyen, havuç da yetiştirmelidir.’

ONDAN BİZE KALAN

‘Bir yazar önce kendi kapısının önünü anlatmalı; en iyi bildiğini, en iyi tanıdığını’, diyor bir röportajında. Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere Aruoba’nın kalemi, yeri geldiğinde hepimizin kapısının önü gibi oluyor aslında. Okudukça kendimizden koparmışçasına bir şeyleri görebileceğimiz, içimizdekilerle hesaplaşabileceğimiz bir ortam yaratıyor yazdıkları. Bazen dilimizin ucunda, bazen söylemek isteyip de söyleyemediğimiz ne varsa hepsini bir bir döküveriyor sözcüklerinden. Bundan dolayıdır ki, yazdığı bütün eserleriyle, her okuyuşta zihinleri bulandıran, bulandıkça daha da fazla okutan, bazen okudukça da anlaşılmayan ama kuşkusuz yaşayınca anlaşılan bir külliyat bıraktı bize. ‘…-Dünya ne ise oydu; ben de ne isem o oldum- uyuşamadık. Hepsi bu.’, dedi ve Mayıs 2020’de aramızdan ayrıldı. Ne mutlu bize, böylesine kıymetli bir düşünür, bir şair, bir yazar, bir akademisyen geçti topraklarımızdan. Ruhun şad olsun Oruç Aruoba.

‘Yaşam, yazarı da, sahneye koyanı da, baş oyuncusu da sen olan; ama senin yalnızca seyircisi olduğun bir oyundur.’

Oruç ARUOBA

KAYNAKÇA

İlginizi çekebilecekler

Bir yorum bırak

* Bu formu kullaranak, internet sitemize sağlamış olduğunuz datanın (örn. mail adresi) tarafımızca saklanmasını kabul etmiş oluyorsunuz.

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar