VAZGEÇİLMEYEN SEVDA: KARŞILIKLI YAKLAŞIMLAR BAĞLAMINDA TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ

Yazar: Cem METİN

Bu yazıda bir Alman kuruluşu olan Marshall Fonu’nun Türkiye’deki kamuoyu araştırması sonucu ortaya koyduğu veriler üzerinden Türk halkının AB’ye olan bakış açısı ele alınmış, Kopenhag Kriterleri açıklanmış, Türkiye ve Avrupa Birliği’nin güncel olarak birbirlerine bakış açıları ele alınmıştır. Araştırma sonuçları dikkate alındığında Türk halkının her ne kadar umudu az olsa da Avrupa Birliği sürecine olumlu baktığı görülürken gençlerin çok ciddi bir kısmı Avrupa Birliği’ne derhal girilmesini savunuyor. Türkiye’de özellikle son yıllarda varlığını sürdüren ekonomik problemler, gençleri Avrupa’da yaşama hayaline sevk ettiği gibi Avrupa Birliği’ne üye olması durumunda Türkiye’nin refah düzeyinin yükseleceğine dair derin inancın oluşmasını da sağlamıştır. Türkiye ve AB’nin birbirlerine karşı izlediği politikalar ve söylemler ise süreci olumsuz bir hale getirmiştir. Türk halkının bu sürece karşı genel görüşü nedir? Sizce Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeli mi? Haklı olan kim? Gelin bu sorulara nicel verilerle ve güncel meseleler ile yanıt bulmaya çalışalım.

NEDEN AVRUPA BİRLİĞİ?

Türkiye’de özellikle son yıllarda ortaya çıkan derin ekonomik kriz birçok farklı kesimi etkilemiş ve gençlerin Avrupa’yı örnek bir model, refahın yüksek olduğu ve yaşanabilir bir cazibe merkezi olarak görmesine neden olmuştur. Yapılan araştırmada, Türkiye’de AB’ye tam üyelik süreci için bir referandum yapılması durumunda 18-24 yaş arasındaki gençlerin 2021 yılında %68.8’i sürece evet derken bu oran 2022 yılında %75 seviyesine çıkmıştır. Avrupa genel olarak iş sahası, iş fırsatları, eğitim olanakları, turistik geziler, kişisel gelişim, kültürel çeşitlilik ve insan hakları bakımından tam bir rüya bölge olarak görülmeye başlanmıştır. Avrupa Birliği’nin Türk vatandaşlarına sağlayacağı avantajlar çok ciddi derecede önemsenmeye başlanmıştır. Bu bağlamda araştırmada Türkiye’nin AB’ye girmesinin yararları önceliklendirilerek sıralanmıştır, bu yararlar Türklerin AB’nin sağlayacağı temel yararları nasıl önceliklendirdiği dikkate alınarak ortaya konmuştur. Türklere göre AB’nin sağlayacağı en büyük fayda %21.9 ile ekonominin gelişmesi, işsizlik ve hayat pahalılığının azalması olmuştur. Türkiye’nin uluslararası alanda gücünün artması %14.4, demokrasinin gelişmesi ve halkın yönetime katılımının yaygınlaşması %14.6, toplumsal huzurun artması %9.7, rüşvet ve yolsuzlukların azalması %8.4 ile birbirini takip eden faydalar olarak tespit edilmiştir. Türk vatandaşlarının Avrupa Birliği ülkelerinde serbest dolaşım hakkı kazanması ise %16.4 gibi yüksek bir oranla araştırmada tespit edilirken, Türklerin Schengen vizesinin önemini son derece iyi anladıkları ve bu vizeye karşı istekli oldukları görülmektedir. Araştırmada ele alınan bir diğer nokta ise Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye nasıl yansıyacağına ilişkin kamuoyu yoklamasıdır. Bu bağlamda, Türkiye pazarının Avrupalı firmalara açılması %29 oranıyla birinci sırada gelmektedir. Karşılıklı yarar olarak düşündüğümüzde iki cephenin de birbirine öncelikli olarak ekonomik çıkar sağlayacağı düşüncesi kamuoyunda net bir şekilde gözlemlenmektedir.

AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYE OLMAK MÜMKÜN MÜ?

Araştırmanın en ilginç sonuçlarından biri de Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin ne zaman gerçekleşeceği sorusuna verilen cevaplardır. Türkiye 5 yıl içinde AB üyesi olur diyenlerin oranı %16.3 iken gelecek 10 yıl içinde diyenlerin oranı %23.1, en az 15 yıl diyenlerin oranı %20.3 olmuştur. Ancak burada en önemli oran %34.8 ile Türkiye asla AB üyesi olamaz diyenlerin oranıdır. Her ne kadar farklı periyodlara yayılıp umudunu koruyan bir kesim olsa da üyelik konusunda %35’lik bir umutsuzluk hakimdir. Bu umutsuz tablonun en önemli nedenlerinden biri de Türkiye’nin son yıllarda dış politikada yaşadığı eksen kayması sonucunda Batı ile ilişkilerin gerilmesi, kötüleşmesi ve terkedilme seviyesine gelmesidir. Marshall Fonu’nun yapmış olduğu kamuoyu araştırması sonucunda Türklerin AB’ye bakış açısı kantitatif veriler ile ortaya konmuş ve AB’ye katılım isteğinin Türk halkında büyük bir oranda var olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle 18-24 yaş arasındaki gençlerin ekonomik nedenler başta olmak üzere AB’ye üyelik sürecine son derece olumlu baktıkları ortaya konmuştur. Aynı zamanda realist bir veri ortaya koyan araştırma, Türk halkının bir bölümünün AB’ye hiçbir zaman üye olunamayacağını düşünmesi sonucuna varmıştır. Türkiye-AB ilişkileri tarihsel süreçte birçok iniş çıkış yaşadığı gibi önümüzdeki yıllarda da bu inişler ve çıkışlar devam edecektir fakat Türkiye’nin 2005 yılında olduğu gibi gayet olumlu bir şekilde yürüttüğü ilişkilerin ve dönemin ruhunu yeniden yakalaması imkansız değildir. Bu ruhu yeniden yaratmak için öncelikle Kopenhag Kriterlerine son derece uygun bir devlet sisteminin işletilmesi ve iç dinamiklerin barış içinde iyileştirilerek istikrarın sağlanması gerekmektedir.

KOPENHAG KRİTERLERİ NELEDİR?

22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi’nde Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği’nin genişlemesinin merkezi Doğu Avrupa Ülkelerini kapsayacağını kabul etmiş ve adaylık başvurusunda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce yerine getirmeleri gereken kriterleri de belirtmiştir. Bu kriterler üç gruba ayrılır: siyasi, ekonomik ve topluluk mevzuatının kabulü. Kopenhag Kriterleri, Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen her ülkenin koşulsuz yapması gereken kriterlerdir ve aslında Avrupa Birliği’nin birçok değerinin benimsenmesinde itici bir güç olarak kullanılır. Bu bağlamda aday ülkeler demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunmasını, işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını, birlik içinde piyasa güçleri ve rekabetçi baskı ile baş edebilecek kapasiteyi garanti eden kurumların istikrarını sağlamış olmalıdır. Kopenhag Kriterlerine bağlı olmayan veya bu kriterleri karşılamayan bir aday ülke ile katılım müzakereleri yapılmaz, katılım müzakerelerinin başlaması için öncelikli şart Kopenhag Kriterlerine sadakattir. Türkiye-AB arasında 3 Ekim 2005 yılında başlayan katılım müzakerelerinin ortaya çıkmasının nedeni Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerini karşıladığının AB tarafından resmi olarak kabul edilmesidir fakat gelinen süreçte Türkiye bu kriterlerden ciddi derecede uzaklaşmış ve Avrupa Birliği’nin Türkiye hakkındaki son raporunda da Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerinden uzak olduğuna vurgu yapılmıştır.

AB TÜRKİYE HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYOR?

Avrupa Birliği’nin Türkiye hakkında yayınladığı 2021 raporunda Kopenhag Kriterleri başta olmak üzere birçok alanda Türkiye’nin durumu analiz edilmiş ve ilişkilerin gerilediği sonucuna varılmıştır. Rapora göre;

“Türkiye’deki demokratik kurumların işleyişinde ciddi eksiklikler bulunmaktadır. Rapor döneminde, demokratik gerileme devam etmiştir. Cumhurbaşkanlığı sisteminin yapısal eksiklikleri devam etmektedir. Avrupa Konseyi ve organlarının kilit öneme sahip tavsiyeleri henüz yerine getirilmemiştir. TBMM, hükûmetin hesap verebilirliğini sağlayacak gerekli araçlardan yoksun olmaya devam etmektedir. Anayasal mimari; yasama, yürütme ve yargı arasında sağlam ve etkili bir kuvvetler ayrılığı temin etmeden yetkileri Cumhurbaşkanlığında merkezileştirmeye devam etmiştir. Etkili bir denge ve denetleme mekanizması bulunmaması nedeniyle, yürütmenin demokratik hesap verebilirliği seçimlerle sınırlı kalmaktadır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın ikinci büyük muhalefet partisinin kapatılmasını talep eden iddianamesinin Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmesi de dâhil olmak üzere, muhalefet partileri hedef alınmaya devam edilmiş ve bu durum Türkiye’de siyasi çoğulculuğun zayıflamasına katkıda bulunmuştur. Rapor döneminde Cumhurbaşkanı, Merkez Bankası Başkanı’nı iki kez görevden almıştır. Sivil topluma ilişkin konularda, ciddi gerileme devam etmiştir. Sivil toplum sürekli baskıya maruz kalmış ve ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü kısıtlanarak özgür hareket etme alanı azalmaya devam etmiştir. Kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanının önlenmesine ilişkin yeni kanun, sivil toplum ve insan hakları savunucularının faaliyetlerine getirebileceği olası kısıtlamalar bakımından endişe yaratmaktadır.” diyerek Avrupa Birliği siyasi kriterler bakımından Türkiye’yi son derece olumsuz bir süreç içinde görmüştür.

Rapora göre;

“Ekonomik kriterlere ilişkin olarak, Türkiye ekonomisi çok ileri düzeydedir ancak rapor döneminde ilerleme kaydedilmemiştir ve ekonominin işleyişine ilişkin ciddi endişeler devam etmektedir. Yetkili makamlar, iç talebi canlandırmak ve Kovid-19 küresel salgınının neden olduğu ekonomik etkileri yumuşatmak amacıyla büyük ölçüde ve geniş kapsamlı bir dizi önlem almıştır. Bunun sonucunda, ekonomi daha 2020’nin üçüncü çeyreğinde kriz öncesi seviyelere ulaşarak, krizden süratle çıkmıştır. Krize karşı verilen güçlü bir politika yanıtına rağmen, kurumsal ve politika koordinasyonuna ilişkin zayıflıklar yetkili makamların eylemlerinin güvenilirliğini ve etkinliğini zayıflatmış ve dengesizlikler artmıştır. Doğrudan mali destek tedbirleri, sosyal ve iş gücü piyasasının zorlukları göz önünde bulundurulduğunda oldukça sınırlı kalırken, makroekonomik politika bileşimi, kredi kanalına çok fazla dayanmıştır. Geçen yılki güçlü parasal genişleme lirayı zayıflatmış, enflasyonu ve dolarizasyonu artırmış ve portföy çıkışlarını tetiklemiştir. Para politikası 2020 sonbaharında sıkılaştırılmış, ancak Merkez Bankası Başkanı’nın atanmasından sadece dört ay sonra Mart 2021’de aniden görevden alınması finansal piyasa istikrarsızlığına yol açmış ve bu durum, yetkililerin enflasyonu düşürmeye yönelik taahhütleri konusunu tartışmalı hâle getirmiştir.” ifadeleri ile Türkiye’nin efektif bir ekonomik yapı içerisinde olmadığı ve istikrarsız bir sürecin ortaya konduğu sonucuna varılmıştır.

Yine rapora göre, üyelik yükümlülüklerini üstlenebilme yeteneği bakımından Türkiye’nin AB müktesebatıyla uyumu çok sınırlı kalmış ve daha çok amaca özel bir temelde sürdürülmüştür. AB müktesebatı ile mevzuat uyumu konusunda önemli ilave çabalara ihtiyaç duyulmaktadır. Tüm alanlarda, uygulama ve yürütme konusunda kayda değer iyileştirmeler gerekmektedir. Düzenleyici makamların bağımsızlığının sağlanması ve idari kapasitenin geliştirilmesi, daha fazla ilerleme kaydedilmesi açısından kilit öneme sahiptir.

Görüldüğü üzere Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefi değerlendirildiğinde, Türkiye’nin  Kopenhag Kriterleri başta olmak üzere çeşitli alanlarda AB standartlarının gerisinde olduğunu söylemek mümkündür fakat elbette Türkiye’nin de çeşitli argümanları, talepleri ve çıkarları bulunmaktadır. Bu çıkarları göz ardı ederek AB’nin analizlerini tek taraflı incelemek de yazımızın objektifliği açısından doğru değildir.

PEKİ TÜRKİYE AB’NİN KARARLARI HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYOR?

Avrupa Birliği, Türkiye’nin terörle mücadelesi, Doğu Akdeniz’deki çıkarları ve Türk yargısının vermiş olduğu kararlar başta olmak üzere birçok konuda çeşitli argümanlarla Türkiye’nin demokrasiyi, insan haklarını, yargı bağımsızlığını ve komşu ülkelerin egemenlik haklarını ihlal ettiğini düşünürken Türkiye AB’nin bu kararlarına tepkisini her şartta dile getirmektedir. T.C. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada:

“AB artık, Türkiye’nin üyelik süreci ve ülkemizle işbirliğinden sağlanacak yararları, Yunanistan ve GKRY’nin dar görüşlü, hukuksuz ve maksimalist iddialarına rehin ve feda etmemesi gerektiğini idrak etmelidir.” ifadeleri ile Doğu Akdeniz’de AB’nin çifte standart uyguladığı ve Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun haklarını göz ardı ettiği vurgulanmıştır. Yine aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’de tutuklu bulunan Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkında verdiği tahliye kararını tanımadığını söyleyen Türkiye’ye karşı AB sert bir tutum alarak AİHM’nin kararlarına uyulması gerektiğini ifade etmiştir. Türkiye ise AB’den Türk yargısının kararlarına saygı duymasını ve terörle mücadelede Türkiye’nin yanında olmasını istemiştir. Terörle bağlantısı Türk yargısına göre açıkça tespit edilmiş tutuklular konusunda AB’nin sadece siyasi bir açıklama yaptığını belirten Türkiye bu tarz düşünceleri reddettiğini her fırsatta söylemiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda yaptığı açıklamada şu ifadelere yer vermiştir:

“Bunlar zaten terörün beslendiği odaklar. Selahattin Demirtaş da öyle. Daha devam eden davaları var. Kavala hakeza öyle. Fakat Kavala’nın özelliği daha farklı. Uluslararası camia içerisinde Soros ne ise Kavala o. Bunlar para ile istedikleri yeri istedikleri gibi sallamaya çalışıyorlar. Elhamdülillah, Türkiye olarak biz güçlüyüz ve bize sızamıyorlar. Terörist sayısında ciddi bir düşüş var. Bundan sonra da terörle mücadeleye aynı kararlılıkla devam edeceğiz.”

Diğer taraftan AB’nin ekonomik kriterler açısından Türkiye’yi olumsuz nitelendirmesi ve ekonomik krizin olduğunu belirtmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere üst düzey yöneticiler tarafından pek de kabul görmemektedir. Erdoğan “Türkiye, kendi ekonomik modeli sayesinde tarihinin en yüksek rakamlarına ulaşarak üstesinden gelmeyi başarmıştır” diyerek ekonomik istikrarsızlığın olmadığını öne sürmüştür.

Sonuç olarak, mevcut durumda Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci ciddi inişlere ve çıkışlara sahiptir. Türk halkının büyük bir çoğunluğu AB’ye üye olunmasını istemektedir. Özellikle 18-24 yaş arası gençlerde AB’ye karşı olumlu bakış açısı çok yüksektir. Diğer taraftan yıllardır bir hedef olarak görülen AB’ye üyelik Türkiye Cumhuriyeti elitleri tarafından da savunulmaktadır fakat AB’nin Türkiye’nin çıkarlarını ve terörle mücadele stratejisini son derece göz ardı ettiğini düşünen üst düzey yetkililerin AB’ye karşı verdiği sert cevaplar, AB’nin Türkiye’nin politikalarına ve ülkedeki genel duruma karşı yayınladığı raporlar ciddi olumsuzlukların olduğunu gözler önüne sermektedir. AB’nin Türkiye’yi hiçbir şartta kabul etmeyeceğine dair görüş kemikleşmiş bir haldeyken, Türkiye’yi AB’nin kaçınılmaz bir parçası olarak gören düşünce de bir o kadar geçerliliğini koruyor. Peki siz kendinizi hangi görüşün içinde nitelendiriyorsunuz?

KAYNAKÇA

İlginizi çekebilecekler

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar