ZAMAN ÇİZELGESİNDE BİR BAKIŞ: HAÇLI SEFERLERİ

Yazar: Görkem Kılınç

Haçlı seferleri Papa’nın isteği üzerine birleşmiş Avrupa ülkelerinin Kutsal Topraklar üzerine yaptıkları seferlerin genel adıdır. Papa bu seferleri dini, maddi ve gittikçe güçlenen bir unsur olan Türklerin gücünü kırmak adına planlamıştır. Bu sefere çıkan askerlerin kalkanlarında ve zırhlarında birer haç sembolü vardı, seferden sağ dönenlerinse sırtında kırmızı bir haç sembölü vardı. Bundan dolayı bu seferlere Haçlı Seferleri denmiştir.

HAÇLI SEFERLERİNİN DOĞUŞU

Haçlı seferlerine ait ilk fikir tohumları Doğu’dan bangır bangır gelen Türk fetihleri neticesinde atılmıştır. Türkler adeta bir hortum gibi ilerlemekte ve önlerine çıkan her şeyi talan etmektedir. Öte yandan da İspanya ve Portekiz’e yerleşmiş Müslümanların bu sınırlardan atılması ve daha da kötüsü onların Doğu akınlarına katkı sağlamasının önüne geçilmelidir. İşte bu koşullar altında Reconquista (Yeniden Fetih) hareketi başlatılmıştır. Tarihler 1086 yılını gösterdiğinde Papa VII. Gregorius Doğu’ya büyük bir sefer planı yapmaktaydı fakat bu hayali II. Urbanus’a nasip olacaktı. 1071 Malazgirt Savaşı zaferinden sonra Türkler Suriye ve Filistin’i de ele geçirmişlerdi. Çanların kendileri için çaldığını fark eden Bizans İmparatoru I. Aleksios Papa’dan ve Avrupa’dan yardım istedi. Papa bu talebi kabul etti ama ileride de anlayacağımız üzere Papa’nın ya da sefere katılan prensler ve kralların Bizans’a yardım gibi bir amaçları yoktu. Amaç Doğu’nun sahip olduğu muazzam zenginliği ele geçirmek, kutsal şehir Kudüs’e egemen olmak hatta İslamiyet’i ortadan kaldırana kadar Müslümanları katletmekti. Çünkü bu kadar kısa sürede böylesine yayılmış bir dini kesinlikle Hristiyanlık adına bir tehdit olarak görüyorlardı.  Öte yandan Papa Roma’yı Konstantinopolis’e egemen kılmak da istiyordu. Heretik Doğu Roma İmparatorluğunun bölündüğü dönemden sonra kendi kilisesini Yeni Platonculuk öğretisi üzerine kurmuş ve Ortodoks Kilisesini başlatmışlardı. 1094 senesinde yaşana şiddetli kuraklık Batı’yı adeta açlığın pençesine bırakmıştı. Bu dönemde Doğu tamamen Cennet gibi gözüküyordu. 1095 yılında toplanan Clermont Konsili Papa II. Urbanus’un önderliğinde Fransa’nın Clermont şehrinde toplandı. Bu konsilde Papa tüm psikopozlarına Doğu’daki Hristiyanların büyük tehlike ve taciz altında bulunduğunu söyledi. Ayrıca havarilerin kutsal şehirlerinin Sarazen (haçlı seferleri döneminde Hristiyan olmayanlara verilen ad) Müslümanların elinden kurtarılması gerektiğini belirtti. Dünyevi ve manevi pek çok vaatlerde bulanarak sonunda piskoposlarının tamamını böyle bir haçlı seferine ikna etmeyi başardı. O dönemde Avrupa adeta bir vahşi yaşamdı. Gücü olan güçsüzü ezmekte asla tereddüt etmiyordu, kontlar ve şövalyeler toprak savaşı yapıyor, yaptıkları yağma yüzünden de savaş sonunda zararlı çıkıyorlardı. Dolayısıyla kendi içlerinde kurumuş ve verimsiz topraklar için savaşmak yerine birleşip daha zengin topraklara sahip bir düşmana karşı savaşmak müjdeli bir haberdi, üstüne üstlük işin ucunda Tanrı Krallığını sağlamak ve ölseler bile sonsuz cennet vardı… Her yandan kazançlı çıkılacak bir fikir. Toplanan devasa silahlı birlik Konstantinopolis’e yaklaşıp I. Aleksios’a görününce, nasıl desek, imparatorun yüreğini hoplattı. Bu devasa orduya ‘’bana Antakya’yı vereceğinize söz vermezsiniz Boğaz’ı geçip İslam topraklarına girmenize izin vermem’’ diye bağıran I. Aleksios kaybettiği toprakların geri ona bırakılacağı adına bir ön teminat istedi.

BİRİNCİ HAÇLI SEFERİ (1096-1099)

Bu seferde iki gruptan bahsedeceğiz aslında birincisi Tanrı adına sefere katılan halk grubu diğeri ise Tanrı iyi hoş da yanında da birkaç toprak falan alsak fena olmaz diyen halkın üstündeki burjuva sınıf. Bunlar şövalyeler, kontlar, dükler hatta prensler sınıfının oluşturduğu bir sınıftı. 1097’de Konstantinopolis’e ulaşan bu grup I. Aleksios’a sadakat yemini etti ve kazandıkları bütün toprakları geri Bizans’a bırakmayı kabul etti. Bu orduya Tatikios adlı Türk asıllı bir general komutasında bir refakat ve kılavuz ordusu da verildi. Bu ilk Haçlı ordusu için 30 ile 70 bin arasında bir sayı belirtilmekle birlikte yanına verilen refkatçi ordunun da 30 bin civarı olduğu belirtilir. Haziran ayının sonunda Haçlı ordusu Kudüs’e doğru harekete geçti Fransız soylu asillerinden Blais Kontu Stephen’ın karısına gönderdiği bir mektupta bu geçişin yani Kudüs’e ilerleyişin 5 hafta olarak planlandığını söylemiş. Fakat bu geçiş 2 yıl sürdü. 10 Nisan tarihinde Haçlılar Anadolu Selçuklu Devleti başkenti İznik’i kuşattı. Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan Haçlılar’ın büyük bir tehdit olabileceğini hesaba katamamış ve 1097 yılında bütün ordusunu alıp Malatya’ya sefere çıkmıştı. Selçuklu Sultanı durumun vahametini geç olsa da anlayıp İznik’e dönmüş fakat başkent çoktan kuşatılmıştı. Büyük Haçlı ordusuyla baş edemeyeceğini anlayan I. Kılıç Arslan geri çekilmiş, İznik 5 haftalık bir direnmeden sonra 17 Haziran 1097’de Haçlı ordusu tarafından fethedildi. Sultan başkentini Konya’ya taşımak zorunda kaldı. I. Kılıç Arslan Haçlı ordusunun sadece kendisi için değil tüm Anadolu için büyük bir tehlike olduğu konusunda Danişmend Gazi ve Kayseri Emiri Hasan’ı ikna etti. Birlikte ittifak yapan bu üç lider Haçlı ordusu üzerine saldırıya geçti. 30 Haziran tarihinde Eskişehir Ovası’nda I. Kılıç Arslan Haçlıların öncü birliği Normanları karşıladı. Bu muhabereye Birinci Dorileon Muharebesi adı verilmiştir (Hristiyan tarihçiler kayda böyle geçmiş). Haçlı ordularının zırhları fazlasıyla kalındı, silahları büyük ve ağırdı hatta atları dahi zırhlıydı. Buna karşılık Türk ordusunun hareket zırhı manevra kabiliyeti sağlaması açısından daha ince silahları daha hafifti. Okçuluğuyla ön plana çıkan Türkler kalın zırhlardan geçiremedikleri ok ve ciritleri gördükçe şaşkına dönüyor ve paniğe kapılıyorlardı. I. Kılıç Arslan meydan muhaberesinde Haçlıları yenemeyeceğini anlayınca geri çekildi. İlk savaşta zafer Haçlılarındı. I. Kılıç Arslan mantıklı bir adamdı, Haçlıları yenemeyeceğini hatta yürüyüşlerinin bile önüne geçemeyeceğini anlamıştı. Onları yenilgiye uğratamayacaksa kendinden sonraki yenilgiye hazırlamayı kafasına koydu. Haçlıların yürüyüş güzergahındaki meralardan koyunlar geçirip atlarını otsuz bıraktı, su kuyularını tahrip edip askerleri zor duruma sokmaya çalıştı ve yol boyunca yaptığı ani vur-kaç baskınlarıyla Haçlılara kayıplar verdirdi. Haçlılar bu süreçte yavaşlasa da Antakya’ya kadar inmeyi gerçekten başardılar. Antakya o dönem Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlı olan Emir Yağı-Sayan kontrolündeydi. Haçlıların üstüne doğru geldiği haberini alan Emir şehrin içindeki Hristiyan erkeklerden endişe duydu. İlk önce Müslüman erkekleri şehrin dışına çıkarıp bir hendek kazdırdı, ardından aynını Hristiyan erkeklere yaptırdı fakat sonrasında Hristiyan erkekleri şehre geri almadı. Şehirdeki Hristiyan kadın ve çocukların can güvenliğinin sağlanacağına dair söz veren Yağı-Sayan büyük Haçlı ordusuna karşı Halep ve Şam’dan yardım istedi. Halep ve Şam’dan gelen ordular Haçlılar tarafından bozguna uğratıldı. Şehir kuşatma altında tam dokuz ay dayandı fakat en sonunda ‘’Firuz’’ adındaki bir kale muhafızını rüşvetle kandıran Haçlılar sonunda kalenin bir burcuna girmeyi başardılar. Yağı-Sayan tüm kalenin ele geçirildiğini düşünerek 30 muhafızıyla birlikte kaleden kaçtı, Haçlılar Antakya’yı dokuz ayda almanın acısını Müslümanlardan çıkardılar ve günlerce katliam yaptılar. Antakya’nın ele geçirilmesinde sonra Antakya üzerine sefere çıkan Selçuklu Musul Atabeyi Gürboğa Kaleyi 12 gün boyunca kapalı muhasara altına aldı. Neden hala saldırmadıklarını merak eden askerler şövalye ve kontların atlarını kesip yediklerini, askerlerin hareket eden her şeyi ve hatta ağaç kavuklarını yediklerini, azizlerin dini halüsinasyon görüp delirdiklerini görünce neden savaşa girmediklerini anladılar. Fakat kimsenin planlamadığı çok garip bir olay cereyan etti tüm bu ümitsizliğin içinde. Keşiş Marsilyalı Pierre Barthelemy dinsel hayaller görüp deliren din adamlarından biriydi. Kim bilebilirdi bu keşişin delirdikten gördüğü rüya tüm seyri değiştirecekti… Keşiş bir sabah büyük bir panik ve heyecanla gördüğü rüyayı şehirdeki Hristiyanlara anlattı. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra onu öldüren mızrağın (Kutsal Mızrak) Antakya Kalesi topraklarında gömülü olduğunun rüyasında kendisine bildirildiğini söyledi. Şans bu ya Antakya Katedrali zemininde yapılan kazıda gerçekten de bir mızrak bulundu. Bu durum Hristiyanlara üstün moral sağladı ve Tanrı uğruna yola çıktıklarını hatırlayan Haçlılar hani derler ya Allah’a emanet, hah tam o şekilde kaleden huruç ederek Gürboğa’nın ordusunun üstüne koştular. Gürboğa’nın kendilerine hüküm edeceğinden korkan emirler ordudan ayrıldılar ve kalan azınlığı Haçlılar resmen çiğnemeden yuttular… Haçlılar Antakya’yı aldıktan sonra kendilerine yiyecek ve kaynak sağlamak adına çevredeki Arap kalelerine ve şehirlerine saldırılara başladılar. Bunlardan tarihe hem Frank hem Arap raporlarınca çifte şekilde doğrulanmış ve en dehşet verici olanı Maarratu’n Numan şehrine yapılan saldırıydı. Haçlılar bu şehri aldıktan sonra içerideki 20 bin Müslümanı acımasızca katletmiş, insanları haşlamış, pişirmiş, çocukları şişten geçirip yemişlerdi. Frank tarih raporlarına geçen Aixli Albert’ın bizzat düştüğü yazı şu şekildeydi: ‘’ Bizim bölüklerimiz sadece Türkleri ve Suriyelileri yemekten küçülmediler, aynı zamanda köpekleri yediler!’’ Bu olayların çevredeki Arap devletlerince duyulmasından sonra emirler ve melikler Haçlılara hediyeler göndererek ne isterlerse yapmaya hazır olduklarını bildirdiler. Haçlılar artık çocuklara anlatılan bir korku hikayesine dönüşmüştü ve bu namı kesinlikle hak ederek kazanmışlardı… Tarih 5 Temmuz 1099’u gösterdiğinde ana haçlı ordusu yoluna çıkan kimi şehirleri yağmalayarak, kimine yenilerek tabir-i caizse düşe kalka Kudüs’e vardılar…

KÜDÜS’ÜN DÜŞÜŞÜ

Fatimiler tarafından savunulan Kudüs’e Haçlılar başarısız çok fazla saldırıda bulundular. Sonunda yeni bir saldırı için destek bekleyen Haçlılara bekledikleri destek Cenevizlilerden geldi. Filistin sahillerine gemiyle gelen Cenevizliler gemileri parçalayarak kuşatma kulesi inşa ettiler. Kuşatma kuleleri işe yaradı ve 15 Temmuz 1099’da Haçlılar şehre girmeyi başardılar. Ardından Kudüs’ü savunan komutan El-Devle’ye eğer şehri kedilerine bırakırlarsa ona bir zarar vermeyeceklerine dair söz verdiler. Haçlılar sözünde durdu, El-Devle şehri sağ salim terk etti fakat 15 Temmuz akşamı Haçlılar şehirde nefes alan ve Hristiyan olmayan her canlıyı kılıçtan geçirdi… Haçlılar Kudüs’ü ele geçirdikten sonra kutsal olmayan toprakların yönetimi adına bir Kudüs Krallığı kurmaya karar verdiler ve ilk kral olarak da Godfrey de Bouillon’u seçtiler. Ayrıca bölgede Urfa Kontluğu, Antakya Prensliği ve Trablus Kontluğu da yeni kurulan yönetimlerdi. Kudüs’ün fethinden sonra Haçlı seferi çok popüler bir olay haline geldi. Dönen hacılar da Doğu’nun zenginliklerini ballandıra ballandıra anlatınca Avrupa’da yaşayan yoksul halk adeta deliye döndü. Bu dönemde Papa II. Paschalis’ti ve kendisi Avrupa’daki krallarla pek anlaşabilen bir din adamı değildi. Bu yüzden tekrarlanan Haçlı seferine hiçbir Avrupalı kral katılmamış fakat onun yerine kont ve şövalyeler sefere akın etmişti. Kafileler halinde Konstantinopolis’e varan bu orduyu 3 bölebiliriz birinci grupta Lombardlar, ikinci grupta Fransızlar ve üçüncü grupta ise Almanlar bulunmaktaydı. Parça parça gelen bu ordunun toplamının 300 bin civarı olduğu düşünülüyor. Lombardlar Konstantinopolis’e vardıklarında Almanlar ve Fransızlarla birleştiler. 20 bin civarı olan bu Haçlı ordusu farklı Anadolu’da farklı bir güzergah izleyip Ankara’ya yöneldiler. Ankara’yı ele geçirip Niksar’a yöneldiler. I. Kılıç Arslan ve Danişmend Gazi Haçlı ordusunu Merzifon’da karşılamış ve Merzifon Muhaberesiyle Haçlılara eşi tarihte zor rastlanır bir mağlubiyet yaşatmışlardır. Öyle ki tarihi kayıtlara göre bu meydan muhaberesinde Haçlıların yüzde sekseni yok edilmişti. Haziran’da bir diğer Haçlı ordusu Ankara ve Konya üzerinden Ereğli’ye ilerlemeye koyuldu. Bu güzergahın bir hata olduğunu anlamaları çok uzun sürmedi çünkü onlardan bir önceki ordu güzergahı talan etmiş ne içecek su ne yiyecek bir şey bırakmışlardı… I. Kılıç Arslan ve müttefiki Danışmend Gazi ilerleyen Haçlı ordusuna saldırmak için hiç acele etmedi ve onlara fark ettirmeden önlerinde ilerledi. Ereğli yakınlarına varmış olan Haçlı ordusu artık neredeyse tükenmişti ve işte tam o anda pusuda bekleyen Türk süvarileri yıldırım gibi Haçlıların üzerine atıldılar. Geçmişten tecrübesi olan I. Kılıç Arslan birebir mücadeleye girerken güce değil manevraya önem verdirdi bu defa ve okçularına zırha değil zırhın eklem yerlerindeki açıklıklara nişan almalarını emretti. Süvarilerin ilk hedefi Haçlı şövalyelerini atlarından düşürmekti, ağır zıhları atın üstünde bir kale olsa da şövalyeler yerdeyken bu kale onların mezarı oluyordu, o kadar ağırdı ki yerden tekrar kalkamıyorlardı ve işlerini bitirmek Türk piyadeleri için çocuk oyuncağı oluyordu. Yenilgiden büyük dersler çıkaran Türk ordusu Haçlıların resmen içinden geçmişlerdi… Fransızları, yani ikinci orduyu, Almanlar bir hafta arayla takip etti. Nedendir bilinmez bu üçüncü ordu da diğer iki ordunun yolunu takip etti. Aynı makus kaderi onlar da paylaşarak açlık ve susuzlukla sınanan Haçlılar Avlos (Akgöl) ovasında gördükleri çaya kendilerini attılar. Muhtemelen çaydan zehirlenen Haçlıların bir kısmı yolda hayatını kaybetti bir kısmının acısına ise pusuda bekleyen Türk ordusu son verdi. Yola çıkan Haçlı ordusunun ok az bir kısmın ve liderlerinin Antakya’ya ulaşması büyük bir hayal kırıklığı oluşturdu. Böylesine başarısız bir sefere imza atan Haçlıların Doğu’ya hakim olma ve Türkleri Anadolu’dan çıkarma hayalleri büyük bir darbe yedi.

İKİNCİ HAÇLI SEFERİ (1147-1149)

İkinci Haçlı seferi 1147-49 yılları arasında gerçekleştirilmiştir. Musul Atabeyi I. İmadeddin Zengi 1144 bir Haçlı devleti olan Urfa Kontluğunu ele geçirerek bu kontluğa son vermiş, bunun üzerine Haçlılar yine Avrupa’dan yardım istemiştir. II. Haçlı seferi kralların katıldığı ilk sefer olarak önemli bir ayrıma sahiptir. Bu seferi, Almanya İmparatoru III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Louis ordularının başına bizzat geçip atlarını Anadolu’ya doğru sürerek başlatmışlardır. Bu iki krallığın ordusunun toplam sayısının 50 bin civarı olduğu düşünülmekte. Harekete geçen bu Haçlı ordusu, başta Anadolu Selçuklu Sultanı I. Rükneddin Mesud ve Halep Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi’nin orduları başta olmak üzere pek çok Türk ordusunun direnişiyle karşılaşmış ve bunun neticesinde çok az bir birlik sonunda Kudüs’e ulaşabilmişti. Ulaşan birlikle birleşen Kudüs Krallığı’nda bulunan ordu Suriye üzerine bir sefere çıkmışsa da bozguna uğradı ve gelen pek çok asker hacı olarak Avrupa’ya geri döndü. Birincisine nazaran bu ikinci sefer Hristiyanlar adına tam bir başarısızlık abidesine dönüşmüştü.

ÜÇÜNCÜ HAÇLI SEFERİ

Üçüncü Haçlı Seferi yine Türklerin bir fethi sonucunda gerçekleşti. Kudüs 1187 yılında iç karışıklıklar ve yoklukla mücadele ediyordu. Kaynak sıkıntısı çok fazlaydı ve sefer için gerekli maddi imkan veya güce sahip değillerdi. Tam bu dönemde Selahaddin Eyyubi Kudüs üzerine saldırıya geçti, Kudüs Krallığı ordusu Selahaddin’in ordusunu Hittin’de karşıladı. Zaten bitkin ve yetersiz olan ordu daha savaş başlamadan mağlup olacağının farkında gibiydi. Selahaddin karşısındaki zayıf gücü bozguna uğratırken hiç zorluk çekmedi ve sonra tekrar ordusunu Kudüs’e yöneltti. Kudüs o dönem İbelinli Balian yönetimindeydi ve Balian’ın emrinde 60 bin asker bulunuyordu. Kaleyi kolay kolay teslim etmeye niyeti olmayan Balian eli silah tutan herkesi surlara gönderdiyse de bu savunma 2 Ekim 1187’de düştü ve Selahaddin Eyyubi Kudüs fatihi olarak tarihe geçti. Kudüs’ün düşüşünün haberi Avrupa’da hızlı yayıldı, kötü haber tez yayılırdı sonuçta fakat burada da görüyoruz ki iyi ve kötü fazlasıyla göreceli kavramlar… Bunun üzerine Alman İmparator Friedrich Barbarossa 100 bin kişilik ordusuyla Anadolu’ya hareket etti. Kader bu ya, Barbarossa Silifke Çayı’na serinlemek için girer fakat ilginç şekilde burada boğularak hayatını kaybeder. Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan kralı yeni kaybetmiş bu orduyu ağır bir yenilgiye uğratır. Bu arada Fransa Kralı ve İngiltere kendi aralarında bir savaş halindeydi. Fakat Sur başpiskopusu Joias’ın etkili konuşmasıyla iki krallık aralarında sefer boyunca savaşmama kararı aldı. Ayrıca sefere katılmayanlardan da Selahaddin Öşrü denilen bir vergi alınacaktı. İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard ve Fransa Kralı II. Philippe Kudüs üzerine sefere çıktı. Aslan Yürekli Richard’ın güzergahı biraz dolambaçlı olarak ilerledi, en son Kıbrıs Adası’nı zapt eden Richard’a habercileri II. Philippe’in çoktan Akka’da konuşlandığını ve onu çağırdığını bildirdiler. 8 Haziran 1191’de Akdeniz üzerinden Akka’ya varan Richard II. Philippe’in kuşatmasına katıldı. Kuşatma sırasında II. Philippe hastalanır ve Ülkesine geri döner, tek başına kalan Aslan Yürekli Richard birkaç defa denesene de Kudüs’ü ele geçiremez. Bu konuyla alakalı Cennet’in Krallığı filmi ayrıca merak edenlerin ilgisine sunulabilir.

DÖRDÜNCÜ HAÇLI SEFERİ

Dördüncü Haçlı seferi Kudüs’ü Müslüman Araplardan kurtarmak isteyen Papa III. Innocentius’un talebi üzerine 1202-1204 yılları arasında gerçekleştirildi. Papa tüm Avrupa’yı sefere davet etti ve bu defa beklenmedik bir komuta zinciri eksikliği yaşanmasın diye komutayı tek bir kişide Bonifacio’ya teslim etti. Haçlıları Mısır’a taşımak için Venedik’te bir filo hazırlandı fakat Haçlılar bu ücreti karşılayamayınca Vendik Dükü Enriko Dandolo’nun isteği üzerine filonun istikameti Konstantinopolis’e döndü. Haçlı orduları şehri kuşattı ve IV. Aleksios’u İmparator ilan ettiler. Latinlerin bu denli iç işlere karışmasından rahatsızlık duyan Konstantinopolis halkı bir isyan başlattı ve Haçlıların imparator ilan ettiği IV. Aleksios’un tacını alıp yerine V. Aleksios’u tahta geçirdiler. Bunun sonunda Dük Enrico’nun emriyle Haçlı ordusu 12 Nisan 1204’te Konstantinopolis’e saldırıya geçti ve şehri yağmaladı. Dördüncü Haçlı Seferi tamamen amacından sapmış bir seferdir. En başta korunma talebinde bulunan ve Haçlı seferlerini başlatan Konstantinopolis’in yağmalanması ve birçok kültürel eserin çalınarak Avrupa’ya götürülmesiyle sonuçlanan bu sefer ayrıca Ortodoks ve Katolik kiliselerini dönüşü imkansız bir yol ayrımına soktu. Bizans’ın yıkılmasıyla Konstantinopolis’te kurulan Latin İmparatorluğu, 1261’de Bulgarların burayı Latinlerin elinden alıp yeniden Bizans İmparatorluğunu kurana dek varlığını sürdürdü.

ÇOCUK HAÇLI SEFERLERİ (1212)

Bu seferler adından da anlaşılacağı üzere çocukların gerçekleştirdiği bir seferdir. Papa III. Innocentius döneminde anlaşılamayan şekilde galeyana gelen, Fransa ve Almanya’da kendi kendilerine organize olan bu çocuklar daha kutsal topraklara varamadan ortadan kaybolmuş ve muhtemelen köle olmuşlardır. Sayıları hemen hemen 40 bin civarıydı.

BEŞİNCİ HAÇLI SEFERİ

Papa III. Innocentius bir haçlı seferi (1213-1215) çağrısında daha bulundu Batı’da bu çağrıya karşı çekimserlik baş gösterse de Kudüs Kralı Jean Brienne Nil’e doğru bir sefere çıktı. Dimyat Kalesi’ni kuşatan Jean Kahire’ye doğru yola çıktı fakat yola çıkmak için seçtiği mevsim sel dönemine denk geliyordu ve Eyyubiler Nil’in etrafındaki seti yıkmışlardı. Bir tarafta sel suları ötekisinde Eyyubiler, arada kalan Jean teslim olmayı seçti ve Dimyat’ı 1221’de Fidye olarak verdi.

ALTINCI HAÇLI SEFERİ

II. Friedrich daha önceden bir Haçlı seferine katılacağına dair bir yemin etmişti. Daha önceden anlaşmazlığının olduğu Papa III. Honorius’un ölümü ve IX. Gregorius’un Papa olmasıyla baskılar arttı. II. Friedrich Haçlı seferini başlattı fakat gemide salgın çıkması nedeniyle seferi iptal edip geri döndü. Bu durumu fırsat bilen IX. Gregorius II. Friedrich’in İtalya’daki topraklarına konmak amacıyla imparatorun lanetlendiğini söyleyip dinden aforoz etti. Yine de II. Friedrich güçlerini toparlayıp Akka’ya ulaştı. O dönemde Mısır, Suriye ve Filistin’in neredeyse tamamı Eyyubiler’in elindeydi. Sultan Kamil bin Adil daha önce Beşinci Haçlı Seferi’nde Kudüs’ü Haçlılara bırakmayı teklif etmişti ve II. Friedrich bundan haberdardı. Yapılan yazışmalar sonucunda 10 yıllık bir barış anlaşması sağlandı ve Kudüs Haçlılara bırakıldı. Bu Haçlıların Kudüs’ü barışçıl yolla aldıkları tek anlaşma oldu.

YEDİNCİ HAÇLI SEFERİ (1248-1254)

Fransız Kralı IX. Louis’in önderliğinde yapılan bu sefer Kahire’nin fethi amacıyla yapıldı. Yol boyunca aldığı toprakları geri vermek zorunda kalan Louis sonunda yüksek bir fidye karşılığı 4 yıl sonra ülkesine dönebildi.

SEKİZİNCİ HAÇLI SEFERİ (1268-1270)

IX. Louis kardeşinin kışkırtması sonucu tekrar sefere çıktı. Arap korsanlar Tunus civarında Hristiyan gemileri yağmalıyorlardı. Tunus üzerine sefere çıkan Louis’in mürettebatının yarısı veba salgını yüzünden can verdi.

DOKUZUNCU HAÇLI SEFERİ (1271-1272)

1271 yılında Prens Edward yeni bir Haçlı ordusuyla Memlük Sultanı Baybars üzerine bir sefere çıktı. Amacı Akka’ya varmaktı fakat bu Baybars’a yenilen Edward’ın yaptığı bu sefer Avrupa’nın Orta Doğu’ya yaptığı son sefer oldu.

KAYNAKÇA

  • All About History, Temmuz-Ağustos 2022 sayısı
  • Vikipedi, Haçlı Seferleri Tarihi 
  • Halil İnalcık, Osmanlılar ve Haçlılar, Alfa Yayınları

İlginizi çekebilecekler

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar