Türkiye ve dünya gündemi yine her zamanki gibi pek kalabalık. Haberler ve sosyal medya aracılığı ile öğrendiğimiz gündem maddeleri, başta COVID-19’un meydana getirdiği vakalar, hasta sayıları, aşı çalışmaları olmak üzere Boğaziçili öğrencilerin protestoları, atama tartışmaları, her geçen gün yenisi eklenen ve her seferinde acımızın tekrar tekrar tazelendiği kadın cinayetleri ve sonu gelmeyen Türkiye polemikleri. Bunları göz ardı etmek mümkün değil. Öte yandan ABD’de seçim sonuçlarına karşı başlatılan ayaklanmalar, siyasi ve yönetimsel krizler gündemin temel başlıklarını oluşturuyor. Peki belki de ilk kez bu kadar gözle görülür bir biçimde yaşadığımız ve önüne geçilemediği takdirde bizleri bekleyen korkunç bir gerçeği daha ne kadar arka plana atabiliriz? O zaman sizlere bir bilmeceyle anlatayım: Yürür gider canı yok, boğazlasan kanı yok. Dünyaya can verir ama kendisinin canı yok…
Türkiye son yılların en büyük kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya. Hepimizin bir şekilde duyduğu, kimisinin inandığı, kimisinin olmaz öyle iş dediği dünyanın sonunu getirecek su savaşları iddialarını böyle dönemlerde gün yüzüne çıkaran bazı kitleler var. Şöyle düşünelim: Belki şu an bu yazıyı okurken içtiğiniz bir bardak su için gelecekte harp çıkacak. Kulağa gülünç geliyor olabilir fakat her ne kadar dünyamızın %70’ini sular oluştursa da erişebildiğimiz tatlı su oranı %1’in altında. Bir de buna küresel ısınma faktörünü eklediğimizde, işin ciddiyetini anlamak çok zor olmamalı. Artan nüfus ve beraberinde getirdiği betonlaşma ve kaybolup giden yeşil alanlar, önüne geçilemeyen çarpık yapılaşmalar ve bir gün bitmeyecekmişçesine bilinçsizce kullanılan su kaynakları.
Başta İstanbul’da olmak üzere, yağışların azlığı, ocak ayının başında neredeyse bir ceketle dışarı çıkabileceğimiz bu bahar görünümlü kış mevsimi, aslında yaklaşan korkunç durumun hızlandığını gösteren en büyük emarelerdir. Özellikle salgın sürecinde temizlik amacıyla ciddi miktarda su tükettik. Bu noktada tükettiğimiz suları doğrudan ve dolaylı olarak iki başlıkta açıklayabiliriz. İçme suyu, el, yüz, diş fırçalama, tuvalet, banyo, bulaşık/çamaşır yıkama ve yemek yapma için kullandığımız sular doğrudan kullandığımız sulardır. Bir de bu doğrudan kullandığımız sular dışında, sanal su olarak adlandırılan dolaylı yollarla kullandığımız sular var. Örneğin ürünlerin yetiştirilmesi, üretimi, paketlenmesi aşamalarında kullanılan su miktarları, sanal su olarak adlandırılıyor. Bu noktada çok çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Bir bardak kahve tükettiğimizde aslında 140 litre su tüketmiş oluyoruz. İnanılmaz büyük ve korkutucu bir sayı. Bir paket kahve evlerimize ulaşana kadar birçok aşamadan geçiyor ve bu aşamalarda yüksek miktarlarda su kullanılıyor. Bu da endüstriyelleşmenin meydana getirdiği dezavantajlardan sadece biri.
İSKİ’nin bu sabah saatlerinde resmi Twitter hesabından yaptığı paylaşıma göre, İstanbul’un 9 Ocak 2021 tarihi itibariyle içme suyu kaynaklarının doluluk oranı %19,16 olarak gösterildi. Yağışlar gelmediği sürece bu rakamların daha da düşeceği aşikâr. Durumun vahametini ortaya koyan bir görseli sizlerle paylaşmak istiyorum.
İlk fotoğraf nisan ayında, diğer fotoğraf kasım sonunda olmak üzere Rasim Aslan tarafından çekilmiş. En azından biraz daha ileri tarihlerde yaşanması beklenen bu görüntülerin, daha erken davranıp gündem başlıklarımızdan birisi haline gelmesi, topyekûn bir mücadeleyi ve kolektif bilinci de beraberinde getiriyor.
Çok değil, bundan 20-30 sene sonra tıpkı Cape Town ’da başlatılan ‘25 litre’ uygulamasını bizler de yaşayabiliriz. Bundan 3 sene önce susuzlukla karşı karşıya kalan Cape Town kentinde, Güney Afrika’da polis ve ordu su toplama alanlarının korunması için görevlendirildi. Rezervuarları dolduracak yeterli yağmur suyu ve yeraltı su kaynaklarından gelecek suyun temini ile yaklaşık 4 milyon nüfuslu Cape Town’da, eğer kişi başına 25 litre su kullanımı aşılmazsa, ‘Sıfır Günü’nden kurtulma ihtimali vardı. Peki bizim ‘Sıfır Günü’müz gelmeden neler yapabiliriz?
Öncelikle ‘fazla mal göz çıkarmaz’ tabirinden uzaklaşıp gereksiz yeni kıyafetler almamalıyız. Unutmayalım ki bir pamuklu kot pantolon ve tişört için 20.000 litre su harcanıyor. Ev içi teknolojik aletlerimizi değiştirmek istediğimiz zaman, bilhassa beyaz eşyalar için, A ve üstü enerji sınıfındaki ürünleri tercih etmeliyiz. Böylece hem su hem elektrik tasarrufuna gidebiliriz. Keza yeni bir rezervuar satın alırken, en düşük litreyi tüketen modelleri tercih etmeliyiz. Suyun ısınmasını beklerken, akan suyu boşa akıtmayıp kovalara doldurmalıyız. Kovada biriken suları da çiçeklerimiz için kullanarak ekstra su tüketimine gitmekten kaçınabiliriz. Az gibi görünse de bireysel açıdan yapılabilecekler çok fazla.
Sokaklarda, parklarda gürül gürül akan çeşmelerle büyüdük. Bu saatten sonra istesek de onları göremeyiz. Böylesine ciddi bir konuda herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. ‘Bir’imizin etkisi yok değil ama önüne geçebilmek adına yetersiz kalıyor. Tek bir damlasına bile muhtaç kalacağımızı unutmayalım ve damlaya damlaya yok olmasına sessiz kalmayalım.
Bkz. Son zamanlarda büyük ses getiren, olayı en ince ayrıntılarına kadar gözler önüne seren ve herkesin izlemesi gerektiğini düşündüğüm 25 Litre belgeseli.
Bkz. Su ayak izinizi ölçüp kendi tasarruflarınızı belirleyebileceğiniz önemli bir uygulama.
Kaynakça
“Günlük 25 Litre Su Sınırı Aşılırsa, Cape Town Nisan’da Susuz Kalacak”. Bianet – Bagimsiz Iletisim Agi, https://www.bianet.org/bianet/dunya/193808-gunluk-25-litre-su-siniri-asilirsa-cape-town-nisan-da-susuz-kalacak Erişim 11 Ocak 2021.