KİMSESİZ BİR ÇINAR: BÜYÜKADA RUM YETİMHANESİ

Yazar: Zeynep AKINCI

Adanın zirvesinde, adeta hakimiymişçesine İstanbul’u selamlayan yaşlı bir çınardan bahsedeceğiz bugün: 123 senedir zamana ve koşullara karşı direnen Büyükada Rum Yetimhanesi. Yüzlerce çocuğa yuva olan, sadece çocukları değil aynı zamanda Büyükada’yı da bir anne gibi kucaklayan bu görkemli yapı, maalesef diğer pek çok tarihi yapı gibi çürümeye yüz tutmuş durumda. O zaman Avrupa’nın en büyük ahşap mimarisi olma niteliğini taşıyan bu yetimhanenin hikayesini gelin beraber inceleyelim.

büyükada rum yetimhanesi

19.yüzyılın son vakitlerinde, 1898-1899 aralığında yetimhanenin temelleri, Fransız bir şirket tarafından atılmıştır. Bu olağanüstü binanın mimarı ise yine dönemin ünlü isimlerinden biriydi: Alexandre Vallaury. Vallaury’nin ahşap karkas sistemde inşa ettiği bu bina, dünyanın ilk çok katlı ahşap yapısı olma özelliğini de barındırıyor. Öylesine büyük, öylesine kadim bir yapı. Fakat bu yapı tasarlanırken ve hatta kullanıma hazır haldeyken bile yetimhane olma maksadını gütmüyordu. Çünkü bir casino-otel konseptinde inşa edilmişti. İsmi bile belliydi: Prinko Palas. Ne var ki bu hayaller suya düşmüştü. Dönemin Osmanlı yönetiminden gerekli izinler alınamayınca bina satışa çıkarılmak zorunda kaldı ve 1903’e kadar esas misafirlerini bekledi.

yetimhanenin içinden bir görüntü

1903’TE BİR TÖRENLE YETİMHANE OLARAK AÇILDI

 Aynı dönemde İstanbul’da bulunan Balıklı Rum Hastanesi’nde işlevini sürdüren bir Rum yetimhanesi mevcuttu. Devrin zengin Rum ailelerinden birine ait olan Andreas Syngros Vakfı tarafından, mevcut yetimhanenin kullanımı için bina satın alındı. Diğer bir zengin Rum ailesi olan Zarifis’lerin ve Sultan Abdülhamid’in yaptığı bağışlarla birlikte bir ferman yayınlandı ve bina, Balıklı Rum Hastanesi’nde barınan kimsesiz Rum çocuklarına hizmet vermesi için Rum Patrikhanesi’nin himayesine verildi. Böylece esas kimliğine kavuşmasına az zaman kalmıştı.

Binanın iç ve dış cephesinde yapılan birtakım tadilatlardan sonra 21 Mayıs 1903’te Sultan Abdülhamid’in de katıldığı bir törenle birlikte yetimhane olarak hizmete başladı. Sayıların doğruluğu bilinmemekle birlikte 100’ü aşkın oda, büyük bir mutfak ve yine büyük bir kütüphaneden meydana gelen bina, yatakhane dışında bazı meslek okullarını da içinde barındırıyordu. Anlayacağınız aynı zamanda bir eğitim yuvasıydı da. Ancak art arda gelen hadiselerle dünyanın belki de kaderinin değiştiği 20.yüzyıldan bu yetimhane de payını aldı.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ve YAŞANANLAR

Savaşın ölümcül yüzü görünmeye başladıktan sonra Kuleli Askeri Okulu’nun öğrencilerini yerleştirmek maksadıyla yetimhane boşaltılmış ve kimsesiz Rum çocukları Heybeliada’daki başka bir yetimhaneye nakledilmiştir. Öksüzlerin o sıcak yuvası, bir nevi kışla görevi görmekteydi artık. Fakat olacaklar bunlarla da sınırlı değildi.

büyükada rum yetimhanesinin yatakhanesi

Savaşın en hararetli zamanlarında bizzat işgal kuvvetleri tarafından gönderilen bazı Rum göçmen grupları yetimhaneye sığınmaya başladılar. Bu da yetmedi, hemen ardından vuku bulan Bolşevik Devrimi ile birlikte yetimhane, yeni göçmenlere kapısını araladı. Önceleri kışla, sonrasında adeta mülteci kampı görevi gören bu büyük bina, Rus göçmenlerin de gelişiyle büyük tahribatlar aldı. Öyle ki, hava şartları dolayısıyla birçok ahşap kaplamalar sökülmeye ve ısınmak amacıyla yakılmaya başlandı. Onlarca çocuğun belki de hasretle kavuşmayı bekledikleri yuvalarının eski halinden eser kalmadı.

 Savaşın ardından yuvalarına kavuşan çocuklar için manzara pek hoş değildir diye düşünüyorum. Zira tahribat öylesine büyüktü ki, çocukların bina içinde karşılaşacağı tehlikeler bir hayli fazlaydı. Hal böyleyken bir tadilat zaruriydi ama bunun masraflarını karşılamaya ne Rum tebaanın ne de Osmanlı hanedanının gücü vardı. Mecburen yetimhane bu vaziyette kullanılmaya devam edildi. Ta ki 1964 tarihine kadar.

1964’TEN BU YANA YETİMHANE

rum yetimhanesinin içinden bir görüntü

Kıbrıs’ta gerçekleşen olaylar neticesinde İstanbul’da ikamet eden Rumların sınır dışı edilmesi, mülklerine el konulması gibi birçok önemli durumun meydana geldiği 1964 senesinde, zaten zar zor ayakta duran Büyükada Rum Yetimhanesi gelen talimatla boşaltılarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredildi. Yetimhanedeki 150’yi aşkın çocuk Büyükada’daki kilise ve manastırlara sevk edilmek zorunda kaldı.

Yıllarca binaya ne bir tadilat ne de herhangi bir restorasyon yapıldı. Tabiri caizse bir çivi bile çakılmadı. Böylesine kıymetli ve görkemli bir yapının bir kışı daha çıkarıp çıkaramayacağı bile meçhulken Fener Rum Patrikhanesi devreye girdi. Patrikhane, zamanında yetimhane olması için bizzat bağışta bulunan ve patrikhaneye verilmesi için ferman yayınlayan Abdülhamid Han döneminden kalma fermanları ve Rum ailelerin bağış belgelerini öne sürerek yetimhanenin tekrardan kendilerine verilmesini talep etti. Fakat bu istekleri reddedildi. Bunun üzerine patrikhane, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. Bu sefer istedikleri oldu. 2007’de Fener Rum Patrikhanesi davayı kazandı ve binanın tapusu 2010 yılında iade edildi.

2020 yılının sonlarına doğru ilk restorasyon adımlarının atıldığı bilgisi mevcut fakat hafife alınmayacak kadar heybetli olan bu yapı için hazırlanacak onarım çalışmaları da aynı ağırlıkta ve özende olması gerektiği kanaatindeyim. Bir köşede çürüyüp giden piyanosu, çöktü çökecek kolonları, işlemeli trabzanları, oymalı merdivenleriyle bir hikayesinin olduğu her halinden belli olan, nice yetimi bağrına basan, nice zorluklara göğüs geren ve senelerdir kimsesiz bırakılan ulu bir çınar edasıyla bizleri hala selamlayabilen bu yetimhane görülmeyi hak ediyor. Ne de olsa içinde bir tarih yatıyor.

bkz. 3 sene önce yayınlanan yetimhane ile ilgili bir röportaj.

KAYNAKÇA

İlginizi çekebilecekler

Bir yorum bırak

* Bu formu kullaranak, internet sitemize sağlamış olduğunuz datanın (örn. mail adresi) tarafımızca saklanmasını kabul etmiş oluyorsunuz.

İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz için "ÇEREZ" kullanıyoruz. Toplanan verilerle ilgili düzenlemelere internet sitemizde yer alan Gizlilik Politikasından ulaşabilirsiniz. Kabul et. Detaylar