Film Noir
Kara Film veya Fransızca haliyle Film Noir suç filmlerinin bir kısmını tanımlamak için kullanılan bir Hollywood tabiridir. Film Noir filmlerini tanımlamak oldukça zordur zira ancak izlencenin geneli ile ayırdına varılabilir. Kısmen dedektiflik kısmen gangster, bazen melodram veya paranoya şeklinde de kendini gösterebilir. Bu filmlerin hikayelerinde çürümüşlük ve yozlaşma göze çarpar. Karakterlerde karanlık bir taraf vardır ve çoğunun kafa yapısı komplolarla doludur. İzleyici kimi zaman bu karanlık tarafı filmin başından itibaren kimi zamansa final sahnesinde görür. Bununla beraber filmin genel atmosferi “karamsarlık” üzerinedir. Her kara filmde en az bir cinayet işlenir ve bu suçun motivasyonu delilik, hırsızlık, kıskançlık, sahte şüpheler veya ihanettir. Dekorlarıyla şehir bir labirent gibi gösterilir. Şehrin karmaşıklığı karakterin içinde bulunduğu çaresizlik hissini de yansıtmak için kimi zaman tehlikeli de gösterilebilir. Bugünlerde kendine daha fazla takipçi bulan “femme fatale” yani felakete sebep olan kadın figürü de bu filmlerin büyük bir kısmını oluşturur.
Klasik Kara Film dönemi diye adlandırabileceğimiz 1940-1950 yılları arasında çekilen filmler genellikle siyah beyaz ve az ışıklandırma ile çekilmiştir. Kara Filmler (özellikle ilk yıllarda) Alman Dışavurumculuğunun önemli birer yansımadır. Alman dışavurumcu filmlerdeki duyguyu geçirmek için kullanılan gölgeleme tekniği Kara Film’de de karşımıza çıkar. Karakterlerdeki hislerin seyirciye de geçebilmesi için tiyatral oyunculuklara başvurulması da mümkündür. Dışavurumcu gelenekten farklı olarak genellikle dekorların abartısından uzaktır. Yine aynı şekilde abartılı makyajlara da başvurulmamış ve zamanla karakterlerdeki duygular kamera teknikleriyle sağlanmıştır. Örneğin bir dehşet anında (tıpkı tiyatroda olduğu gibi) oyuncunun fenalaştığı veya büyük hareketlerle o korkuyu gösterdiği boydan çekimi değil, daha yakın çekimde yüzündeki ifadeden anlaşılan, sessiz bir oyunculuk tercih edilmiştir. Zira sinemanın 1940-60 arası yıllarını “ergenlik” yılları olarak görmek gerektiğini düşünüyorum. Kendi kimliğini oluşturması ve tiyatrodan ayrışması bu yıllarda geçirdiği dönüşümlerle mümkün olmuştur. Dönemin popüler sinema türleri olan Western ve Bilim-kurgu filmleri de Film Noir’den etkilenmiş ve kendi bünyesinde bu on yılın kültürel karanlığına yer vermiştir.
- Çifte Tazminat – Double Indemnity, 1944
- Sunset Bulvarı- The Sunset Boulevard, 1950
- Piyanisti Vurun – Tirez sur le pianiste, 1960
- Temel İçgüdü – Basic Instinct, 1992
Queer Sinema
Queer kelimesi Webster sözlüğüne göre “sıra dışı bir biçimde farklı, geleneksel bakış açısına göre sorgulanabilir, yabancı” anlamına gelen ve LGBT bireylerin sinemasını tanımlamakta kullanılan bir kavramdır. Özellikle 1980-90 yıllarında, bir cinsel sınıflandırmayı reddeden kişiler bakımından “Queer” bir sembol isim haline gelmiştir. New York’ta yayımlanan dönemin queer dergisi Outweek, farklı isimlerle listelenen cinsel azınlıkların tek bir çatı altında ifade edilebilmesi açısından bu kelimenin gücüne vurgu yapmıştır. Özellikle dönemin Hollywood sineması ile başlayıp küresel bir nitelik kazanan heteroseksüel olmayanlar üzerindeki muhafazakar ve dışlayıcı tavır bu sinemanın oluşma sürecini hızlandırmıştır. Zira anaakım sinemada eşcinseller çirkin tiplemelerle kurgulanmış, çoğunlukla gülünç ve aşağılayıcı şekilde tasvir edilmiştir. Nitekim hala özellikle televizyon dizilerinde bu algının devam ettiğine tanık olmaktayız. Genellikle yan karakter olarak yazılan bu kişiler tamamen seyirciyi güldürme ve kendisini rezil etme odaklıdır. Bu karakterlerin gerçekle ne derece bağdaştığını görebilmenin tek yoluysa queer sinemayla karşılaştırma sonucu ortaya konulabilir. Bu sinemada kendini gösteren eşcinsellerin, şimdiye kadar lanse edilenlerin aksine aile kavramını sahiplenen ve diğerlerinden hiç de farklı değerleri savunmayan kişiler olduğunu görmekteyiz. LGBT bireylerin toplumdaki kimlik inşasını kolaylaştırmak adına önemli bir alan olan queer sinema tek tipleştirilen ve “normalleştirilen” insan kavramını da sorgulayarak kendilerini ifade etmeye çalıştıkları dünyaya ayna tutuyor.
Queer teorisi ilk kez 1991 yılında Teresa de Lauretis tarafından Farklılıklar Dergisi’nde ortaya atılmış ve kısa zamanda pek çok alanda bu şekilde anılmaya başlanmıştır. Queer sinemanın amacı kimlik inşasını sağlamak ve kalıpyargıların ötesinde bir sinema anlayışı sunmaktır. Azınlıkların egemen ideolojiler üzerinden kendilerini ifade etmelerindeki imkansızlık hali, bu film geleneğinin beklenenden kısa sürede yaygınlaşmasındaki en önemli etmenlerden birisidir.
- Annem hakkında Her Şey- Todo sobre mi madre, 1999
- Brokeback Dağı – Brokeback Mountain, 2005
- Danimarkalı Kız – The Danish Girl, 2015
- Hizmetçi – 아가씨, 2016
Klasik Anlatı Sineması
Klasik Anlatı Sineması veya Klasik Hollywood Sineması, 1930 ile 1960 arası Hollywood egemenliğindeki sinema geleneğini tanımlamakta kullanılan bir ifadedir. Hollywood başlığında olmasına karşın dönemin Batı sineması için de geçerli bir terimdir. Hollywood sinemasının tüm dünyayı kasıp kavurduğu Western filmlerin krallığında bu sinema şeklinin en tipik örneklerini görmekteyiz. Nitekim bahsi geçen yıllardan sonra da bu teknik sinemacılar tarafından sıklıkla kullanılmaya devam edilmiştir.
David Bordwell bu geleneği “fazlasıyla açık sinema” olarak tanımlar. Bunun sebebi Klasik Anlatı Sinemasında, film boyunca izleyiciyi yönlendiren göstergelerin nihai sonuca varması yani filmin beklendiği gibi bitmesidir. Sinemadaki “düzen/düzensizlik/yeniden düzen” üçlemesine bağlı kalınır. Film bir olay/düzen ile başlar, bir dış etken tarafından bozulur, bozulma çözülür ve film eski düzenine döner. Klasik Anlatı Sineması, Aristoteles’in Poetika’sından yola çıkılarak oluşturulmuş bir sinema geleneği olduğundan temelinde tiyatro yatar. Dolayısıyla da aslında filmdeki her bir sekans ( giriş-gelişme-sonuç bölümü gibi düşünebilirsiniz) tiyatrodaki perdelere benzetilebilir. Film boyunca doğru yerleştirilmiş çatışma hali filmin başarıya ulaşmasındaki en kritik unsurdur.
- Rüzgar Gibi Geçti – Gone with the Wind, 1939
- Casablanca, 1942
- Leon: Sevginin Gücü- Léon: The Professional, 1994
Wuxia
Wuxia, Antik Çin’de dövüş sanatlarını ustaca kullanan kişilerin maceralarının anlatıldığı bir çeşit fantezi edebiyatıdır. Köken olarak wu (askeri, silahlı) ve xia (cesur, kahraman) kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Bu kurguya bağlı kahramanlar genel olarak bir efendiye hizmet etmezler veya paralı asker gibi çalışmazlar. Doğruluk ve onur için savaşan bir tipleme yaratılmıştır.
Wuxia ile Japon savaş kültürünün önde gelen temsilcilerinden samuraylar yer yer benzerlik gösterirler. Özellikle katı ahlaki değerleri ve ne kadar acı verirse versin doğruluktan şaşmamaları gibi yüksek erdemli davranışlar önde gelen benzerliklerdendir. Nitekim Japon samurayları ve Çinli wuxia kahramanları farklı kültürel kökenlere sahiptir ve değişik tarihi dönemlerle ilişkilendirilir. Samuray, feodal dönemde Japonya’da bir savaşçı sınıfıyken, Wuxia kahramanları, tipik olarak eski veya modern öncesi Çin’de geçen gezgin Çin şövalyelerinin kurgulanmış bir versiyonudur.
Japon samuray ve Çinli wuxia kahramanlarının farklı silahları ve dövüş stilleri vardır. Samuray tipik olarak katana kılıcıyla ilişkilendirilirken, wuxia kahramanları genellikle kılıçlar, mızraklar ve diğer dövüş sanatları silahları dahil olmak üzere çeşitli silahlar kullanılarak tasvir edilir. Bunları yanı sıra Japon samurayları ile Çinli wuxia kahramanlarının yer aldığı çalışmaların görsel tarzı ve tonu oldukça farklı olabilir. Samuray hikayeleri genellikle daha şiddetli ve gerçekçiyken, wuxia hikayeleri fantezi unsurlarını içerebilir ve ton olarak daha neşeli olabilir.
- Kaplan ve Ejderha- Crouching Tiger, Hidden Dragon, 2000
- Suikastçı- The Assassin, 2015
- Parlayan Hançerler- House of Flying Daggers, 2004
- Kahraman- Hero, 2002